Ana içeriğe atla

Belki Defne / Nihal Yeğinobalı

Türk edebiyatının güçlü kalemlerinden birisi Nihal Yeğinobalı. Belki Defne, yazarın yakın tarihte yayınladığı romanın adı. Romanın benim okuduğum kopyası ile ilgili bilgileri paylaşamıyorum ne yazık ki, aslında ne mutlu ki. Romanı geçtiğimiz hafta gerçekleştirdiğim İstanbul seyahatinde, okumaya fırsat bulursam diye bavula koymuştum. Daha İstanbul'a gittiğimin ikinci gününde roman bitmişti bile. Seneler sonra görüştüğüm ve kızlarının adı Defne olan arkadaşlarıma hediye edeyim diye düşündüm, ancak unuttum. Kısmet gene senelerdir görüşmediğim ve bu uzun ayrılığın artık bitmesi gerektiğini düşünüp harekete geçmem sonucu görüştüğüm bir arkadaşımınmış. Umarım benim kadar keyif alarak okur.

Gelelim romana. Yeğinobalı, 1970'lerin İstanbul'unda, aslında Kadıköy / Moda civarlarında geçen bir hikaye anlatıyor bizlere. Açılışında kahramanlardan birisinin öldüğünü öğreniyoruz, aradan yıllar geçmiş elbette. Kadın kahraman, bir dönem ilişkisi olup olmadığını bilemediğimiz, ancak kendisi için bir şeyler ifade ettiği kesin, erkeğin cenazesine gidip gitmemeyi tartarken, anılar onu ve dolayısıyla bizleri 1970'lere götürüyor. 

Yeğinobalı, muhtemelen çok iyi bildiği, bir çevreyi anlatıyor romanında. Kulüplerden çıkmayan, para sorunu nedir pek bilmeyen, bohem hayat ile mirasyedi arası gidip gelen bir çevre romanın konu ettiği. Sene 1970'ler olunca insan ister istemez öğrenci hareketleri, sol mücadele falan da arıyor. Bu kavramlar, romanın konu ettiği çevrenin ilgi alanına fazla girmiyor. Romanda üstünkörü değinilen bu dönemsel ayrıntılar yüzünden Yeğinobalı'ya eleştiri getirenler olabilir. Bana kalırsa Yeğinobalı, çok yerinde ve doğru bir tavır ile olmayanı romana katmamayı seçmiş. Sonuçta 1970'lerde romanda konu edilen bir hayat yaşamış, gerçekçi olarak betimlenmiş karakterler olabilir mi, kesinlikle olabilir. Bize roman gerçekliği içinde inandırıcı geliyor mu, kesinlikle geliyor. O zaman neden sol yok, öğrenci olayları üstün körü suçlaması boşa düşüyor. 

Kadın erkek ilişkisi, romanın çerçevesini oluşturuyor. Kocasının aldatmalarına dayanamayarak sonunda onu terk etme cesaretini kendisinde bulan kadın kahraman, tanıştığı kadın arkadaşı ile başka bir tarzın da olabileceğini görüyor. Burada, Yeğinobalı'nın bir tarafı tuttuğunu söyleyebilir miyiz bilemiyorum. Roman yazarının romanı yazmakta elbette bir amacı vardır. Sanki bana, ey okuyucu bu kadın erkek ilişkilerinde tek doğru yok, bak romanın başlarında sana doğru gelen kahraman sonlarında ne yapıyor gibi bir duruş var gibi geldi. Aslında belki bu anlamda doğru da yok. 

Hayat ilginç. Liseyi bitireli 2016'da 25 yıl olacak. Üniversiteyi bitireli ise 20 yıl oldu bile. Aradan bunca, bir insan ömrü için az değil 20-25 yıl, zaman geçtikten sonra dönüp bakınca yaptıklarına ve önünde kalan hayata, birden aydınlandığını hissedebiliyor. Hele bir de ömür, "olması gerektiği şekilde" yaşandıysa o zaman iş daha bir zorlaşıyor. Yeğinobalı'nın romanı bu anlamda beni pek derinden etkiledi. Roman kahramanlarının yaşadıkları ve yaşamadıkları üzerinden kendi hayatıma dair tespitler, çıkarımlar yaptım fazlaca. İyi mi oldu, kötü mü oldu bilmiyorum. Aslına bakarsanız bilmemin olanaklı olduğunu da düşünmüyorum. İyi ne, kötü ne bir yerde. 

Malum bir süredir bir hastalık yüzünden düzenli ilaç kullananlara katıldım ve ömrüm yettiğince de kullanmaya devam edeceğim, zaman içinde ilaçların adı değişse de. Geçen düşündüm acaba bu kullandığım ilacın bir yan etkisi mi diye. Kendime yalan söyleyememeye başladım bir süredir. Kendini kandırmak, söz insanın içini acıtsa da, iyidir ve en önemlisi "güvenli"dir aslında. Toplumun geneli tarafından da kabul görür bu "kendi yalanına inanmış geçen ömürler". Peki ya yıllar sonra, herşey için artık çok geç iken bir pişmanlık gelir de bulursa sizi? 

Selda Bağcan'ı çok severim. Billur gibi bir sesi vardır. O kadar çoktur ki Bağcan'ın yorumladığı şarkılar arasında beni derinden etkileyen. Ancak, bir tanesi diğerlerinden ayrılır bu anlamda: Beni Unutma. Şarkıya Youtube'dan ulaşabilirsiniz eminim. Saat, burada 12'yi vurdu bu arada. Muhtemelen vakitsiz uyanmanın sonucuna katlanacağım bir kez daha. 
Bir gün gelirde unuturmuş insan En sevdigi hatıraları bile Bari sen her gece yorgun sesiyle Saat on ikiyi vurduğu zaman Beni beni unutma, beni beni unutma, beni beni unutma 
Çünkü ben her gece o saatlerde Seni yaşar ve seni düşünürüm Hayal içinde perişan yürürüm Sen de karanlığın sustuğu yerde Beni beni unutma, beni beni unutma, beni beni unutma
O saatlerde serpilir gülüşün Bir avuç su gibi içime, ey yar Senin de başında o çılgın rüzgar Deli deli esiverirse bir gün Beni unutma 
Ben ayağımda çarık, elimde asa Senin için şu yollara düşmüşüm Senelerce sonra sana dönüşüm Bir mahşer gününe de rastlasa Beni unutma 
 
Hala duruyorsa yeşil elbisen Onu bir gün yalnız benim için giy Saksıdaki pembe karanfilde çiğ Ve bahçende yorgun bir kuş görürsen Beni unutma 
Büyük acılara tutuştuğum gün Çok uzaklarda olsan yine gel Bu ölürcesine sevdiğine gel Ne olur Tanrıya kavuştuğum gün Beni unutma, beni unutma

Yorumlar

  1. Süpersin dostum. Doğal kendin gibi. Hissettigin gibi. Daha once de yorum yapayim dedim ama face uyesi mi olmak gerekoyordu biseyler oldu yazdiklarım gümledi. Yazdiklarinin hepsini begenesim geliyor bi şeyler yazasım geliyor ama yaşadigim zor sürec mani biraz. Biraz bu surecte yasadiklarimdan başka sosyal medyaya karsi mesafeli bir duruş benimsemem. Ne aci ki tam da seni tanimanin arifesine denk gelmesi çok acıoldu. Bu sozlere yok artik diye baslayacaktim oysa. Bir de piyano mu! Sen gerçeksi. Ez cümle ne kadar yalansız yaşarzak o kadar iyi. Sevgiyle kal.

    YanıtlaSil
  2. Yok Serdar, piyano mizansen sadece :) Bateri daha keyifli. Piyano, bana kalırsa bateriden daha kolay. En azından bana öyle geliyor.
    Güzel söyler için çok teşekkürler. Aslına bakarsan isimsiz olarak da yorum gönderilebiliniyor olmalı. Ayarlara bir bakayım.
    Selamlar, saygılar

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.

Son haftanın en çok okunan 10 yazısı

IPTV World Forum Ardından, Teknik Değerlendirme - 1

Yazının başlığını Teknik Değerlendirme - 1 dedim. Bunun bir dizi yazının ilki olduğunu düşünerek öyle yazdım. Pek uzun yazmayacağı, dizi yapmayı düşündüğüm için. Öncelikle Türk Telekom ve TTNet üzerine görüşlerimi yazayım. Etkinliğin ana destekçilerindendi her iki şirket. Türk Telekom'un üst şirket olarak görürsek, ki öyle aslında, Argela, TTNet ile birlikte sergi alanında büyük yer almışlardı. Argela, yazılım geliştirme alanında çalışıyor. TTNet, malum internet servis sağlayıcısı. Türk Telekom'un etkinlikte açıkladığı stratejisine göre IPTV , internet ve Voice over IP (IP üzerinden ses:VOIP) hizmetini TTNet üzerinden sunacak. İnternet ve telefonu tek faturada birleştirmeyen Türk Telekom, üç hizmet için tek fatura dönemine geçmeyi planlıyor. IPTV'yi itici güç olarak kullanacak. 3 farklı ekrandan (telefon, televizyon ve bilgisayar) televizyon izlemenin olanaklı olacağı ileri sürülüyor. Planlaması kolay, uygulaması ise zor bir hizmet IPTV. Multicast broadband internet bağl

IPTV World Forum İstanbul'un ardından

Bu satırları yazarken etkinliğin ikinci günkü programı devam ediyor. İki günlük, oldukça yoğun program tam zamanında başlaması, zaman çizelgesine uygun devam etmesi ile uluslararası bir organizasyon olduğunu belli etti. Katılım ücretinin yüksekliğinin getirdiği en önemli sonuç etkinlik izleyicilerinin gerçekten ilgili kişiler olmasıydı. Sadece ilk gününü takip edebildiğim etkinlikte TTNet ve AirTies CEO'ları gibi çok üst düzey konuşmacılar söz aldı. Oturumların araları, toplantı salonunun önündeki fuayede kurulan sergileri gezmek için yeterli uzunlukta tutulmuştu.  İstanbul'un en kolay ulaşılabilen otellerinden birisi olduğunu düşündüğüm Mövenpick'in seçilmiş IPTV Forum için. Levent metrosunun çıkışında yer alan otel, aynı zamanda Fatih Sultan Mehmet köprüsünün dibinde. Levent metrosundaki otobüs duraklarında Sabiha Gökçen havaalanına direkt giden İETT otobüsü kalkıyor. Zaten Atatürk havaalanına raylı sistemle, aktarmalar yaparak ulaşılabiliyor. Sabah 6 uçağı Atatürk hav

IPTV World Forum ardından, gözlemler

Etkinliğin teknik değerlendirmesini önümüzdeki haftaya bıraktım gerçi. Ancak, haftaya kadar bekleyemeyenler için kısa kısa gözlemlerimi aktarayım. Ayrıntılı değerlendirmeler gelecek merak etmeyin... Türk Telekom, yaklaşık 5 yıl önce başladığı IPTV projesinde sona gelmiş. TTNet şirketi üzerinden IPTivibu (TTNet CEO'sunun sunumunda, ki konferansın tümü simultane tercüme falan yapılmadan sadece İngilizce'ydi, bu ismin İngilizce'de that is IPTV anlamına geldiğini söyleyince fark ettim IP tivi işte bu anlamında bir kısaltma olduğunu :) adlı hizmeti sunmaya 2 hafta önce başadıklarını duyurdular. Konferansta soft launch (yumuşak duyuru ?) olarak yapılan duyuru ile hizmetin başlatıldığı söylense bile henüz web sayfasında bu konuyla ilgili bilgilere ulaşılamıyor.  IPTivibu hizmeti için en az 8 MBit/saniye hızında TTNet internet aboneliği gerekiyormuş. Şimdilik 101 kanal, ki bunların içerisinde HD olanları da olacakmış. Etkileşimli hizmetler, flick uygulaması falan da sunula

IPTV World Forum Eastern Europe bu yıl İstanbul'da.

Konu ile ilgililerin merakla beklediği etkinlik ilk kez ülkemizde gerçekleştirilecek. Mövenpick Hotel, İstanbul'da 12-13 Ekim (yani haftaya salı-çarşamba) günlerinde toplam 9 oturumda önemli konuşmacıların yer alacağı IPTV World Forum Eastern Europe ile ilgili ayrıntıları web sayfasında bulabilirsiniz. Etkinliğe katılım ücretli. Ücretler epey yüksek. 5 Ekim'den önce kayıt yaptırmışsanız, ki bu iletiyi yazdığım tarih düşünülünce artık çok geç :), 1499 € ödemeniz gerekiyor. Bugün kayıt yaptırırsanız ise 1799 € ödeyeceksiniz. Ancak Free Operator Pass adlı bir seçeneğiniz daha var. Free Attendance For Service Providers olarak ayrıntılandırılan bu seçeneğin tam olarak kimleri kapsadığını çözemedim. Eğer IPTV hizmet sağlayıcılar kastediliyorsa Türk Telekom, TTNet, Superonline gibi şirket çalışanları kapsanmış oluyor. İşin doğrusu kendimi de o kategoriye sokup kayıt yaptırdım :) Ancak kaydımın geçerli sayılıp sayılmadığı belli değil henüz. Neyse, fırsat bulursanız önemli bir etkinlik

bir kez daha, nedir bu sayısal karasal televizyon?

Blog sayfamda DTT etiketiyle yayınlanmış 100'e yakın içerik bulunsa da, geçenlerde buluştuğumuz lise arkadaşlarımın sorusu üzerine, bir kez daha yazmaya karar verdim. Bilenler, okumadan geçebilir. Bilmeyenler ve sektörün uzağındaki kişiler düşünülerek hazırlanmış bir yazıdır.  Soru - yanıt şeklinde kurgulanmış yazılarımın daha çok okunduğu gözlemi üzerine, buyurun sık sorulan sorularla Sayısal Karasal Televizyon: Şimdi tam olarak neden bahsediyoruz? Çanak ile izlediğimiz televizyon mu?

Sayısal radyo - Norveç FM yayınlarını sonlandıran ilk ülke olacak mı?

Blog sayfamda sayısal radyo yayınlarıyla ilgili yazdığım yazılar var. Bunlara bir yenisini eklemenin yeri geldi. Yazıya karar vermemin nedeni, Avrupa Yayın Birliği (European Broadcasting Union: EBU) teknoloji dergisi Tech-i'in Aralık 2013 sayısının başlığı "end in sight for FM?" Dergide FM yayınlarını kapatmayı planlayan Norveç'teki durumu irdeleyen bir yazı var.  Norveç, FM radyo yayınlarını 2017 yılında sonlandırmayı hedefleyen ve bunu açıklayan ilk ülke . Ülkede sayısal radyo yayınları ile FM analog radyo yayınları eş anlı olarak yapılıyor. Sayısal radyonun tanıtılması ve desteklenmesi için kamu yayıncısı NRK ile Norveç'in en büyük özel radyo yayıncısı P4 ortaklığında Digital Radio Norway (DRN) adlı bir yapı kurulmuş . Bu kamu - özel birlikteliği sayısal radyonun yaygınlaştırılması için önemli bir sinerji yaratmış. 2013 sonu itibariyle Norveç'in %90'ını kapsayan iki adet DAB+ multipleksi bulunuyor. Norveç kamu yayıncısının yükümlülüğü ise 2014 son

Kocadağ At Çiftliği Kocadağ Köyü / Havran

Deniz, kum, güneş tatilinden sıkıldıysanız ve Edremit körfezi civarındaysanız size süper bir alternatif: At binmek. Edremit'ten Balıkesir'e giden yol üzerindeki şirin ilçe Havran'ın Kocadağ köyünde bu mekan. Henüz dört yaşında olan iki(z) kızlarımız çok keyif aldılar at binmekten. Altınızda sizden epey güçlü b ir hayvan varken dengede durmaya çalışmak, yorucu bir o kadar da keyifli bir uğraş. Eğer hayatınızda at binmeyi hiç denemediyseniz, emin olun deneyince siz de kabul edeceksiniz, çok şey kaçırmışsınız demektir.    Kocadağ At Çitfliği'nde at binmenin yanı sıra lezzetli mutfağını da deneyebilirsiniz. Mantı, haşlama içli köfte, ızgara köfte ve elbette demleme çay. Fiyatlar derseniz bu konuda ucuz / pahalı yorumu yapmak istemiyorum. Bunun yerine bir kaç seçtiğim ürünün fiyat bilgisini paylaşacağım. Ancak, öncelikle sipariş edeceğiniz yiyeceklerin hepsinin büyük bir özenle hazırlanıp, aynı özenle servis edildiğini belirteyim. Biz mantı, içli köfte, ızgara hellim ve

Göksu Restaurant Nenehatun şubesi açıldı

ve beklenen gerçekleşti...Ankara'nın Sakarya caddesine açılan Bayındır sokakta yer alan Göksu, gönüllere taht kurdu. Gerek servisi, gerek yemeklerin lezzeti vazgeçilmezler arasına girdi. Mekanın Kızılay'ın göbeğindeki Sakarya caddesinde olması, kimilerini üzüyordu. Özellikle Kızılay'a hiç inmeyenler, kalabalığı sevmeyenler yukarılarda bir Göksu hayali kuruyordu. Uzun sürdü inşaat. Nenehatun caddesi ile Tahran caddesinin kesiştiği köşede yer alan binanın inşaatının neden bu kadar sürdüğünü pek anlamamıştım, düne kadar. Dışarıdan 4-5 kat görünen bina toplamda 10 katlıymış. Üstte 3 kat içkili restaurant (ki bu bölüm henüz açılmamış), girişte bekleme salonu ve bar-kütüphane, girişin altında işkembe ve kebapçı (ki bu bölüm hizmet vermeye başladı), işkembecinin altı tam kat mutfakmış, onun altında garaj-çamaşırhane ve en altta iki kat konferans salonu olarak düzenlenmiş öğrendiğime göre. İlk ziyaretime ait fotografları (binanın dıştan çekilmiş bir görüntüsü ve iştah açıcı) beğe

Yarının Türkiyesine Seyahat / Ahmet Emin Yalman

Ahmet Emin Yalman , cumhuriyetin tanıklığını yapmış gazetecilerden. İmparatorluk zamanında, 1888'de, Selanik'te doğmuş ve 1972 yılında İstanbul'da vefat etmiş. Bu uzun ömrüne iki dünya savaşı, iki askeri darbe sığmış.  Yarının Türkiyesine Seyahat, ilk basımı 1944 yılında Vatan Matbaası tarafından yapılan ve Köy Enstitüleri deneyimini anlatan bir inceleme / tanıklık kitabı. Benim okuduğum bu eserin Cem Yayınevi tarafından 1990 yılında yapılan yeni baskısı. Yayınevi bu yeni baskıda 1944 yılındaki metnin yanı sıra Köy Enstitüleri neden kuruldu başlıklı bir inceleme ve ilk metinde adı geçen enstitü öğrenci ve yöneticilerinin 1990 yılındaki durumlarını eklemiş. Bunları eklemekle eseri güncelleştirmiş bir yerde. Ancak, yeni baskıya bu eklemelerin yapıldığına dair bir önsöz konulmamış. İçindekiler dizini de kitabın sonunda. Kitap, Ahmet Emin Yalman'ın önsözü ile başlıyor. Keşke yayınevi ayrı bir önsöz ile eseri takdim etseydi. Köy Enstitüleri deneyimi, genç cumhuriy

Almanya'da televizyon yayınlarına erişim

Televizyon yayınları kablolu ve kablosuz olmak üzere iki ortam kullanılarak evlere ulaştırılır. Her iki ortam için de farklı uygulamalar bulunmaktadır. Kablonun kullanıldığı durumlarda Kablo TV, IPTV seçenekleri mevcuttur. Kablosuz ortam için ise uydu ve karasal vericiler kullanılabilir. Her ortamın kendisine göre avantajı, dezavantajı vardır. Daha ayrıntılı analizlerde, yayıncı için ve izleyici için avantajlar ve dezavantajlar olduğu görülecektir. Hatta ülkelerin düzenleyici denetleyici kuruluşlarının desteklediği ve/veya kösteklediği televizyon dağıtım yöntemleri olduğu söylenebilir.  Bu uzun girişi yazmamın sebebi, Arthur D. Little adlı araştırma kuruluşunun yakın tarihte yayınladığı bir araştırma. Lars Riegel ve Julien Duvaud-Schelnast imzalı   Almanya'da TV Platformları 2014 ve sonrası başlıklı 10 sayfadan ibaret rapor, Almanya'da son dönemin sıcak tartışma konusu durumundaki sayısal karasal televizyonun geleceğine ilişkin önemli analizler içeriyor. Geçtiğimiz Nisan