Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Köşeye Kıstırmak / Paul Auster

Kütüphaneyi karıştırırken görüp, okumaya başlayınca elimden bırakamadığım bir polisiye Köşeye Kıstırmak. Paul Auster denildiğinde akla ilk gelenler arasında yer almıyor bu roman. 1978 yılında yayınlanmış. O dönem, yayınlatmak kolay olmamış, kitabın arka kapağında yazılanlara göre. Aradan geçen seneler ve Auster'in artan ünü sonucu, eski çalışmaları yeniden basılınca, Can Yayınları Seçkin Selvi'nin çevirisi ile bizlerle buluşturmuş. Benim okuduğum 2004 yılındaki üçüncü baskısıydı. Can Yayınları'ndaki ilk baskısı 2000 yılında yapılmış. Kitap, her ne kadar arka kapağında sıradışı bir polisiye denilse de, Amerikan dedektiflik hikâyelerindeki tüm klişelere sahip, mısır patlağı gibi bir çalışma. Edebiyat ile daha farklı bir boyutta ilgilenenler için belki bir anlamı olur, Auster'in bu ilk dönem eserini okumak. Benim gibi sadece okuyucu olanlar için ise yaz tatili şezlong kitabı önerisi olarak not edilebilir. Yukarıdaki paragrafı üç gün önce yazdım. Aradan geçen üç gün i

sadece eymir

Blogumun," Okuyucularına doğru ve yararlı bilgiler sunmak " gibi bir işlevi olduğunu düşündüğüm zamanlardı.  Eymir Gölü rehberi adlı bir yazı yayınlamıştım. Okunma istatistiğine baktım, Şubat 2019'dan bu yana toplam 100 kez görüntülenmiş.  Sadece özgür yazılara yer verme kararımın ne kadar doğru olduğunu gösteren bir başka kanıt.  Madem, artık sadece özgür yazılar, o zaman Eymir de sadece özgür  Eymir olmalı :) Yaprakların hışırtılarını, doğanın renklerini değiştirdiği, gölün suyunun soğuduğu bu günleri kaçırmayın derim.  Rehberde ayrıntısıyla anlatmaya çalışmıştım, göle yaya ve bisikletli giriş için hiçbir şeye ihtiyacınız yok. ODTÜ ile bir ilişkiniz olması gerekmiyor. Giriş kartı, sadece otomobiliniz ile girmek istediğinizde gerekiyor.  Bu yüzden, siz de fırsat bulduğunuzda gidin Eymir'e. TRT Genel Müdürlüğü yanındaki daracık sokak ile Eymir kenarına inebilirsiniz. Geçtiğimiz hafta yol kenarına beton blokların konulması nedeniyle kapalı olan yol, dün a

şarkılardan fal tuttum

@ Cer Modern / Göbeklitepe Sergisi Şarkılardan fal tuttum diye yazsa bile başlıkta, bahsetmek istediğim yabancı dil öğrenme sürecinde şarkıların önemi. Sanırım 35 senedir dil öğrenmeye çalışıyorum. Son cümleyi okuyup, 35 senedir dil öğrenemedin mi diye sormayın hemen. Öğrenmeye çalıştığım diller değişiyor elbette seneler içerisinde :) Bu kısa ancak gene de gereksiz girişin ardından şarkı dinlemenin faydalarından bahsedeyim. Eskiden, yani internet hayatımızda değilken, Karanfil sokağın girişindeki pasajda karışık kaset dolduran abilerin dükkanları vardı. Orada doldurttuğumuz kasetlerdeki şarkıların sözlerini çıkartmaya çalışırdık. Pek başarılı olamadığımızı, bir şekilde elimize geçen, şarkıların gerçek sözlerini görünce anlardık. O dönem, öğrenmeye çabaladığım dil İngilizce olunca, yazılış ile okunuş arasındaki fark büyük değildi. En azından bu aralar öğrenmeye çabaladığım Fransızca'daki kadar şaşırtıcı olmuyor yazılış ile okunuş arasındaki fark.  Bugün artık internet ve vi

fark etmek

İsmail Cem İpekçi Göstermek için mi yaşıyoruz, yaşadıklarımızı mı gösteriyoruz? Instagram, facebook, twitter ve Google Haritalar... Adı değişse bile işlevi aynı kalan platformlar. Tüm bu platformlardaki tüm kişisel paylaşımlarımızın amacı: "ben bunu yaptım/çektim/yaşadım/gittim"demek. Belki insanlık kadar eski bir şey bu varlığını/hissettiğini/düşündüğünü/yaşadığını başkalarına anlatma isteği. Mağara duvarları resmiyle aralarında büyük benzerlikler var, instagram fotograflarının.  Gene de bu düzenin içine girince, bir noktada fark ediyor kimisi. Yaptıklarını paylaşmaktan, paylaşmak için yapmaya geçtiğini.  Tehlikeli bir kırılma anı.  Para karşılığını bu paylaşımları yapanları bir kenara koyarsak, hayatı istediği gibi değil, ilgi çekecek şekilde yaşamaya başlamak bir yerde.  Dönem dönem bu gidişe kapıldığımı hissettiğimde, bir adım geri atıp, dışarıdan gözlemeye çalıştım kendimi.  Her zaman beceremesem bile,  fark etmeye çabaladım. bir cumartesi sabahı,

olduğu kadar...

İki kelime...  "Olduğu"  ve "kadar" iki kelimeden ibaret de olsa bu söz, ne çok şey anlatıyor, anlama isteyene... olduğu kadar ya da belki... kim bilir? bilen anlar, bilmeyen, bilmek istemeyen.... olduğu kadar belki, daha gidecek çok yol, aşılacak çok tepe, dönülecek çok viraj var önümüzde, belki de, olduğu  bu  kadar kim bilir?

gelecek kuşaktan umutluyum

Ekim 2019 Dün bıraktığım yerden devam edeyim. Muhtemelen çok az kullanacakları bir çok bilgi ile donanıp, iş bulma yaşına geldiklerinde bu bilgilerin, neredeyse hiç işlerine yaramadığını görecek, 2010 ve sonrası doğanlardan çok umutluyum.  İnsanlığın gelişimine bakınca, işleri daha kolay - daha hızlı - daha az maliyetle üretmek / yapmak amacıyla tonla yöntem / cihaz geliştirildiği görebiliriz. Tüm bu buluşların insanların çalışma süresini azaltıp, özgür zamanını arttırmasını beklersiniz değil mi?  Beklemek iyi bir şey belki, belki kötü. Neyi ve niye beklediğinize göre değişiyor, bu pek de anlamlı olmayan sorunun yanıtı. Lafı dolaştırmayayım daha fazla, tüm bu elektronik devrimler, bilgisayarlaşma, robotlar ve kendi kendine öğrenen sistemler... Bana denizin sonunu göreceğimiz günlerin yaklaştığını söylüyor. Üretim süreçleri daha az insan emeği ile çevrilebilir hale geldikçe kapital birikim süreci sarsılmaya başladı. Artık üretim maliyeti çok düşse bile bu üretilenlerin müşte

robotik kodlama

@ Camekan Kafe / Çiğdem Hani teknik etiketli yazı yazmayacaktın demeyin başlığa bakıp. İşin doğrusu, yazdıklarımı okuyan olmadığı için böyle bir geri dönüş bildiren de olmayacak ama sanki okuyan varmış ve geri dönüşler alıyormuş gibi yapmak hoşuma gidiyor. Biliyorum, kendimi kandırıyorum. Kim yapmıyor ki :) Bu uzun ve kesinlikle gereksiz girişin ardından gelelim konumuza... 1995 senesinden bu yana köprünün altından çok sular aktı/akıyor. Çocuklarımız internetin var olduğu bir dünyaya merhaba dediler. Eskiden mühendisin yaptığı bitirme projelerini, mesela iz takip eden robot, şimdi ilkokul çocukları yapıyor. Anaokulunda 3 yaşındaki çocuklara robotik kodlama dersleri veriliyor. Gerçekten başka bir kuşak geliyor alttan. Bizlerden çok daha erken yaşta teknoloji ile tanışan, bizden çok daha hızla adapte olan ve bizden çok daha sabırsız. Adına ne deniliyor bilmiyorum bu 2010 civarı doğanların kuşağına, ancak bildiğim bizim kuşağı piyasadan silecekler. Kendi adıma, mutluyum ve umut

geçmiş ay değerlendirmeleri - 9

@ One Tower / Arkadaş Kitabevi Az kaldı. Bir kaç ay sonra geçmiş sene değerlendirmesini yazacağım kısmet olursa. Geride kalan dokuz ayda, sene başında yapmayı istediklerimi büyük ölçüde gerçekleştirebilmiş olmanın mutluluğunu yaşıyorum. Özellikle evde okunmayı bekleyen kitaplar azalmadan yeni kitap almama kararına büyük ölçüde uydum. Eylül ayı içinde beş tane yeni kitap aldım gerçi. Ancak bu kararımda KitapYurdu.com 'un karşı koyamadığım kampanyasının payı büyük. NTV ve Can yayınlarının seçili kitaplarından beş tanesini 15 TL'ye alabiliyordum. Aralarında okumak istediğim kitaplar da olunca, duramadım.  Merak edenler için, KitapYurdu bu yazı için bana kitap hediyesi veya para vermedi. Reklamsız ve sponsorsuz bir blog burası.  En az başarılı olduğum istek ise eski yazı öğrenmeye yönelik olanı. Gerçi bu yönde bir kaç adım attım ancak istediğim noktadan epey uzağım. Senenin bitmesine kalan aylarda, satın aldığım Osmanlıca öğreten kitaba çalışabilirsem, senelerdir isted

Tango, fazla maço

Teknik etiketli yazıların o sıkıcı gündeminden kurtulunca, adına ve özüne döneceğini biliyordum blogumun. Belki bu dönüşümün ilk yazısını okuyorsunuz an itibariyle.  Aslında sadece dört dersten oluşan bir aylık tango maceramın sonunda başlıktaki fikre ulaşmış olmamı yadırgayanlar çıkacaktır belki. Ancak, yazıyı hazırlamadan önce kısa bir internet araması yapınca, bu fikrimde yalnız olmadığımı gördüm.  Konumuz, Arjantin'de doğan ve dünyaya yayılan tangonun, temelde erkek tarafından yönlendirilen bir dans oluşu ve bu özelliği nedeniyle de fazlasıyla maço oluşu. Tango yapanların bir bölümü bu tespite karşı çıkacaktır eminim. Ancak onlar karşı çıksa bile sonuç değişmiyor... Bu konu üzerine kafa yormadan, hatta yönlendirici olmanın mutluluğu ile dans etmeye devam edebilir insan. Çoğunluk böyle yapıyor belki ama bana göre değil.  İnternette bulduğum ve benim anlatmaya çalıştığım durumu çok daha iyi anlatan hem tangonun anavatanından bir kadının yazdıklarını paylaşarak bitireyi

Anarşist / Tristan Hawkins

Sanırım yirmi seneden fazla olmuştur, Anarşist adlı romanı okuyalı. Blogda yazmadığıma göre, ilk okuyuşumun üzerinden en az 15 sene geçmiş. Hayal meyal hatırladım, bu ikinci okuyuşum sırasında. Sheridan Entwhistle adlı orta yaşlı, ergen bir kız çocuğu babası, beyaz yakalı bir İngiliz'in hayatından bir kesit okuyoruz. Banliyö ahlakının sorgulanmasından orta yaş bunalımlarına sağlam tespitleri olan, akıcı bir dile sahip roman 275 sayfa. Romanın yazarı Tristan Hawkins, çevirmen Elif Özsayar. Benim okuduğum Ayrıntı yayınları tarafından  1999 yılında yapılan ilk baskısıydı. Roman içerisine gizlenmiş ayrıntılar, son sayfada ilginç bir şeklide bir araya geliyor. Dikkatli okuyucuların fark edeceği sürprizler var. Daha fazla ipucu verip, okuma keyfinizi kaçırmak istemem. Sheridan'ın hayatı, birçoklarına tanıdık gelecektir. Orta yaş bunalımının sonuçları, çoğunlukla roman kahramanının yaşadığından çok daha ağır oluyor. Hormonal değişikliklerin farkında olmak önemli. Aksi durumda,

Yeliz Selvi Nötr Korelasyon Hikayeleri(m) / Cer Modern - Ankara

Ankara'ya nefes aldıran mekânların başında geliyor Cer Modern. Sıhhıye'de Ankara Adliye Sarayı ile senelerdir bitirilemeyen senfoni orkestrası konser salonu arasında yer alıyor. Farklı türde sanat etkinliklerine ev sahipliği yapıyor Cer Modern. Geçen hafta açılan ve sene sonuna kadar açık kalacak Göbeklitepe sergisi ile bu sezona merhaba dedi. Dün açılışı yapılan ve bu yazının konusu ise Yeliz Selvi'nin Nötr Korelasyon Hikayeleri(m) adlı sergisi. Epey zamandır hiç bir sergi beni bu kadar fazla etkilememişti. Eserlerdeki ayrıntılar, içerdiği mesajlar, her bir eser önünde uzun dakikalar geçirmeme neden oldu. Eserlerde beni etkileyen şey ise serginin tanıtım yazısında da vurgulanan ve çalışmaların ruhuna işlemiş konu:   "İnsanın biyolojik, dinsel ve  mistik varlığı, tarih ve siyaset bilinci, sanat ile ilgili teşebbüsleri genel anlamda bir neden-sonuç ilişkisi üzerine kuruludur. İki şey birbirine bağlıysa beraber artar beraber azalırlar ya da biri artarken diğeri a

ev yapımı çikolata

Şubat 2016'da yazmıştım blogda, hammaddesinden çikolata yapımı diye. Bugün dönüp okuduğumda, gereksiz uzun ve artık geçerli olmayan bilgilerle dolu olduğunu gördüm. Son dönem yaptığım çikolataları tattırdığım arkadaşların beğenileri üzerine, güncel bir tarif yayınlayayım dedim. Üşenmediğim bir gün, tarifin aşamalarını fotoğraflayıp bu yazıya ekleyeceğim. Aşamaların fotograflarını ekledim, ölçü soran da çok oldu. Ona da yanıt vereyim hemen.  Ev yapımı çikolatamızın, aşağıda ayrıntılarını vereceğim, malzemeleri basit: Kakao yağı, toz kakao ve fındık. Son olarak tatlandırıcı niyetine kullanacağımız bal/pudra şekeri. Üç ana malzemenin ağırlığı aynı. Erimiş haldeki kakao yağı (aşağıda anlatıyorum nasıl eritileceğini), toz kakao ve çekilmiş fındık... Hepsi aynı ağırlıkta. Son yaptığım tarifte 75'er gram olarak tarttım. Şeker, biraz keyfe kalmış. Gene son yaptığım tarifte, 100 grama yakın olarak ölçtüm, eklediğim sıvı hale getirdiğim balı.  Şimdi malzemeleri sıralayarak başlay

Kilo verme projesi takibi - 8 ve son

8 ay süren projemin, bu son yazı ile, neticelendiğini cümle aleme duyuruyorum. Ne cümlenin ne de alemin bu bilgiye zerre kadar ihtiyacı olmasa da :) 8 ay önce, 76'lara doğru tırmanmış bir rakamı aşağıya indirebilmek için çıktığım yol, 72'lerde tıkandı. Doğruyu söylemem gerekirse, tıkanıklığı aşmak için çaba harcamadım. Hayatta küçük keyifler de olmayınca, daha zor geçiyor günler. Kilo verebilmek için ise bu keyiflerden uzak durmak şart.  Neyse, uzun lafın kısası bu yolda bana eşlik ettiğiniz için teşekkür ederim...