Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Kuzey Kore, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti, izlenimleri / Feza SEZEN

Blogda farklı görüşlere yer vermek, okuyucu sayısını arttırmak bakımından ne kadar işe yarayacak bilemiyorum. Ancak bildiğim bir şey var ki her e-söyleşi bana çok şey katıyor. Gerek teknik söyleşiler gerekse teknik dışı konulardaki söyleşilerden çok şey öğrendim. Eminim bu pazar yayınladığım e-söyleşiden sizler de bir çok şey öğreneceksiniz. Feza Sezen ile iş yerinden tanışıyorum.  Geçenlerde facebook'taki Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti (Kuzey Kore) izlenimlerini okuyup fotograflarını da görünce bu söyleşiyi yapmak istediğimi belirttim. Sağolsun beni kırmadı. Aşağıda okuyacağınız söyleşiye neden olan geziyi Fest Travel Seyahat Acentası 22-29 Haziran 2015 tarihleri arasında gerçekleştirmiş. 1. Paris, Roma, Viyana, Budapeşte ya da Prag değil de neden Pyong Yang? Buna iki yanıtım olacak.  Birincisi, belirtilen bu kentleri ve hatta daha fazlasını gördüm, ayrıca Paris’te de bir süre yaşadım. Bunların tümü, küçük farklılıkları da olsa bir Avrupa yaşamı sunuyor gezgi

IBC'ye bir hafta kala boş zamanım kalmadı!

Dört tam günümü geçireceğim IBC Fuar ve Konferansında.  Bir yandan yeni hayat arkadaşım, parkinsonla birbirimizi tanımaya çalışıyoruz . Ona iyi gelsin diye aldığım ilaç dengemi altüst ediyor bir yandan. Bir yandan hayatın genel telaşı ve ben IBC'de BASIN olarak yer almanın heyecanını yaşıyorum. Merak etmemek elde değil, koca IBC'nin yüzlerce standında benimle görüşmek isteyen çıkacak mı? Radyo / TV değilim sonuçta. Etkisi çok olsa da okuyanı az olan bir blogum var hepi topu.  ve bugün itibariyle, aslında tam tarih olarak dün öğleden sonra 14.33, kalan son boş vaktimi de bir demo ile doldurdum.  Dershaneler ilan verirdi eskiden, Kayıtlarımız dolmuştur, gösterdiğiniz ilgiye teşekkür ederiz diye. Benim bu yazım da onun gibi oldu. Hem bu güzelliği sizlerle paylaşmak istedim, hem de sonraki etkinlikler için düzenleyicilere göz kırpmak; bakın bir hafta kala kapattım ben diye :) Bir iki cümle bu göçmen dramı için yazmazsam olmaz. Malum hepimizin içini dağlayan çocuğu

Yeni nesil açık medya formatları için bir birlik kuruldu.

Bugünlerde posta kutuma çok sayıda tanıtım iletisi düşüyor. Önümüzdeki hafta başlayacak IBC öncesi, firmalar ürünlerini tanıtabilmek için basın bültenleri gönderiyor. İşin doğrusu aşağıdaki başlığı ilk gördüğümde aklıma, bir kısmıyla hiç ilgilenmediğim, firma tanıtımları geldi. İletinin konu bölümünde şöyle yazılıydı:  Alliance for Open Media Established to Deliver Next-Generation Open Media Formats Konuyu okuyunca, iletinin içeriğini de merak ettim. Kim biraraya gelmiş de yeni medya formatları için birlik kurmuş ki dedim kendi kendime. Sizleri de merakta bırakmayayım. Buyurun kurucu üyelere: Amazon Cisco Google Intel Corporation Microsoft Mozilla ve son olarak Netflix. Kurucuların isimlerinin alfabetik sırayla dizilişini siz de fark etmişsinizdir. Basın bülteni uzun, ama mesajı net: Oyun değişiyor. Özellikle Netflix ve Amazon'un bu birlikteliğin kurucuları arasında yer almış olması bir şeylerin artık eskisi gibi devam etmeyeceğinin göstergesi gibi.  Birlikte

kim mobil olarak film indirmek ister ki?

Geçenlerde niyetlenip, araya giren 40 işten dolayı ertelediğim bir yazı. Başlıktan anlaşılmadıysa LTE Advanced, 4G demeye dilleri varmayınca, daha doğrusu 4G'de neymiş, 5'i bekleyin, çıkışının ardından inatla 4G diyemeyince bulunmuş bir ara çözümün ihalesine ilişkin bir yazı okuyacağınız. O zaman daha fazla bekletmeyeyim sizleri: Lisans ve yüksek lisans eğitimim ODTÜ Elektrik-Elektronik Mühendisliği'nden. Ancak iktisata hep ilgim oldu. Gazi Üniversitesi İktisat Politikası bölümünde 2000 yılında yüksek lisans eğitimine başladım. Lisans farklı olunca Mikro ve Makro iktisatı lisans öğrencileriyle birlikte, fark dersi olarak aldım. Sürpriz olmayan bir şey fark ettim ki üniversitelerde iktisat olarak okutulan aslında klasik iktisat diye tabir edilen Adam Smith'in Ulusların Zenginliği vb şeyler. En temel varsayımını iktisatla hiç ilgisi olmayanlar da bilir:  İnsanların ihtiyaçları sonsuz, kaynaklar ise kıttır. İktisat, bu kıt kaynakları sonsuz ihtiyaçları karşılamak iç

pazar önerisi: Eymir etrafında bisiklet keyfi

"Bisikletim yok", "iki tekerlek bisiklet süremiyorum", "Eymir giriş kartım yok", "ODTÜ ile hali hazırda hiçbir ilişkim yok"... Yukarıda yazdıklarım tümü benim için de geçerli. Yüksek lisansı da sayarsam 10 yılım ODTÜ'de geçse bile artık okul ile ilişkim yok, ne bisikletim var, ne de iki tekerlek binebiliyorum. Göl kartını bir kez aldım ama artık o da yok. Ancak bunların hiçbirisi Eymir gölü etrafında bisiklet keyfi yapmama / yapmanıza engel değil.  Öyle güzel ürünler getirmişler ki kiralık olarak, artık çoluk çocuk aynı bisiklet ile dolaşabilirsiniz. İsterseniz sepetli üç tekerlekli kiralayın, ister dört tekerli, çift kişi tarafından sürülen ve toplamda dört koltuklu olanını. Fiyatlar, kiraladığınız türe göre değişiyor. Göl girişinde arabanızı park edebileceğiniz yeterince büyük alanlar var. Herkes yardımcı olmaya hazır. Göl etrafında trafik tek yönlü akıyor, bunu akıldan çıkartmamak gerekli. Bir de yokuşları tercih etmeyin, küçücük

idareci - yönetici

Bugün kafamdaki 4,5 G ihalesi ile ilgili bir yazı hazırlamaktı. Mobil cihazıyla insan neden film indirmek istesin ki, yazının  başlığı olacaktı. Ancak son günlerde yaşadıklarım, hayatımın genel akışını bozunca, bu, artık pek önemi kalmayan, yazıyı ertelemekte sakınca görmedim. Hiçbir şeyi ertelememem gerekiyor. Bugün sahip olduklarıma yarın da sahip olacağımın garantisi dün de yoktu aslında. Artık, sahip olamayacağım daha büyük olasılık, ne yazık ki. Hiçbir şeyin arasında, bugüne kadar söylemediklerim de var. Lafın gene uzattım, buyurum idareci - yönetici farklarına: İdareci, kelimenin gerçek anlamıyla idare eder. Zaten idare ettiği birimin başına getiriliş sebebi de budur.  Yönetici ise kelimenin gerçek anlamıyla yönetir . İnsan, yönetilmek ister. En kolay, çocuklarda gözlemleyebilirsiniz bu fıtratı. Çocuklar kendi başlarına oyun oynamaktan çok birisi tarafından yönlendirildiği, yönetildiği oyunları tercih eder.  İdareci, sorunları çözmez. Sadece üzerlerini örter. Kendisinden

Zümra Sultan Konağı / Altınoluk

Edremit körfezinde bir yere gidip Altınoluk köyünün meydanına çıkmayan yoktur sanırım. Körfezin, büyük bölümünü kuşbakışı izleyebileceğiniz, tepeye kurulmuş bu köy, bir zamanlar ruhban okuluna da ev sahipliği yapmış. Meydanda bir çok çay bahçesi, kafe var. Her ne hikmetse meydandaki bu tesislerin hiç birisinin tuvaleti yok. Köy meydanındaki tek tuvalet, caminin yanında. O da hiç temiz değil ne yazık ki.  Her işin bir sebebi var elbette. Bizim düzgün, temiz tuvalet arayışımız, o kadar gittiğimiz Altınoluk tepesindeki saklı konağı görmemize vesile oldu. Zümra Sultan Konağı, eski bir konağın aslına uygun restore edilmesi sonucu oluşturuluş, her köşesinde zerafet ve özen görünen bir butik otel. Altısı çift kişilik biri suit olmak üzere toplam yedi odalı bu küçük/butik otel, meydanın biraz daha yukarısında yer alıyor. Oldukça başarılı tasarlanmış bir web sayfaları da var. Bizim aile büyükleri bölgede oldukları için otellerde konaklamıyoruz, ancak bölgenin farklı otellerinden olduğun

hayat

Malumunuz, "basın" olarak akredite edilmiş bir şekilde IBC fuar / konferansına hazırlanıyorum bir yandan, diğer yandan günlük hayat telaşları.  St James parkı / Londra Dün, kısa süreceğine inanarak gittiğim bir doktor kontrolünden, ufaktan endişelendiğim ancak çok üzerime konduramadığım, bir hastalığın sahibi olarak ayrıldım.  Okuyanları daha fazla merakta bırakmayayım: Parkinson hastasıymışım.  Paris / Passy yakınlarında bir köprü. Peki nedir bu parkinson? "Parkinson hastalığı yavaş ilerleyici nörodejeneratif (beyin hücrelerinde kayıp ile seyreden) bir beyin hastalığıdır. Peki bu ne anlama gelir? Parkinson hastaları teşhis konduktan sonra 20 yıl veya daha fazla süre bu hastalıkla yaşamlarını sürdürecektir. Ancak bu bu hastalık ile birlikte yaşam kalitesinde değişim olmayacağı anlamına gelmez. Hastalığın ortadan tamamen kaldırılmasına veya önlenmesine yönelik bir tedavi henüz olmadığından, sizi tedavi eden doktorlar şu anda Parkinson hastalığının b

e-söyleşi: OnLineAnne.com

Online anne sitesinin kurucularından Pınar Türker, benim ortaokul ve liseden sınıf arkadaşım. Aynı üniversitenin farklı bölümlerinden mezunuz. Sevgili Pınar ile görüşmeyeli seneler oldu. Facebook sayesinde ABD'de yaşadığını ve onlineanne adlı bir sitenin kurucusu olduğunu görünce, bir e-söyleşi yapmak isteğimi belirttim. Sağolsun, diğer kurucu Melike Ergüven ile söyleşideki soruları yanıtlayıp gönderme inceliği göstermişler.... 1. Kısaca kendinizden bahsetmenizi istesem Biz; Pınar Türker ve Melike Ergüven, yurtdışında yaşayan iki anneyiz. Birimiz Amerika'da, birimiz Almanya'dayız. İkimiz de son bir kaç seneye kadar Şehir ve Bölge Planlama diplomalı, doktoralı, Coğrafi Bilgi Sistemleri uzmanı falandık. Bir yandan yaşları şu anda 5-9 arasında değişen çocuklarımızı büyütmeye çalışıp bir yandan "şu annelik denen müesesse bizim bünyeyi niye bu kadar zorladı acaba" diye kendi aramızda düşünürken onlineanne adında bir websitesi ( www.onlineanne.com ) kurdu

LTE Broadcast dertlere deva olabilir mi? EBU TR 027 ne diyor?

Blog yazarak hayatını kazanan insanlar yaşıyor ülkemizde. Gazeteci ve yazarların geçimini sağlamakta zorlandığı günümüzde, sadece blog yazarak bunu sağlayabilenlerin olduğunu bilmek, her defasında şaşırtmıştır beni. Bir insan bu kadar ilgi çekecek ve bu yüzden reklam alabileceği ne yazabilir diye. İtiraf ediyorum benim bloga ne olur reklam verelim diye yanıp tutuşan kimse olmadı bugüne kadar. Zaten ziyaretçi sayısı da bu gerçeği gün yüzüne seriyor. Blog yazarak/yazdığım için tanıştığım insanları kar saydım. Bu kişilere bir yenisi eklendi dün; Tufan YÜRUÇ. Tufan Bey ile bir çok ortak tanıdığımız var. Neredeyse benim yaşım kadar mesleki deneyimi olan bisi sonuçta.  Tufan Bey ile konuştuklarımız aramızda elbette. Ancak bu sayfaları ve Elektrik Mühendisleri Odası'nın platformlarını kullanarak ülkemizin sayısal karasal televizyon yayıncılığında gideceği yola ışık tutmak elimizde. Bu anlamda, Tufan Bey'in Esat ÇIPLAK'ın açıklamaları üzerine yazdığım yazının sonuna eklediğ

Acil Durum Uyarı Sistemi (Emergency Warning System: EWS)

Geçenlerde sayısal radyo konusunda LinkedIn sitesinde konuşurken bir meslektaşım sayısal radyo ile acil durum uyarı sistemi de kurulabilecek dedi. Bunun üzerine, birazdan okuyacağınız yazıyı hazırlamak zorunda hissettim kendimi.  Ülkemiz, herkesin malumu, bir deprem ülkesi. İrili ufaklı bir sürü felaketin yanı sıra deprem gerçeği ile de yüzleşmek ve yaşamak zorundayız. Felaketlerde en önemli konulardan birisi haberleşme sistemleri oluyor. Cep telefonu, telefon santrali, internet gibi eş anlı erişimin kısıtlı olduğu teknolojiler yerine dinleyici/kullanıcı sayısından bağımsız kaç kişi erişirse erişsin hizmet kalitesi düşmeyen "yayıncılık" (broadcasting) bu anlamda çok kritik.  Frekans modülasyonu (FM) radyonun veri iletimi için kullandığı bir özellik var. Radyo Veri Sistemi olarak tercüme edebileceğimiz Radio Data System (RDS), ülkemizdeki uygulamaları itibariyle şarkı / şarkıcı ismini gösteren teknoloji olarak biliniyor. Oysa, FM yayınları aracılığıyla veri gönderil

Antidepresan Tuzağı / Dr. Mutluhan İZMİR

Dr. Mutluhan İzmir ile ilk tanışmam Tıp Bu Değil kitapları ile olmuştu. Psikiyatristlerin hastalıkların çözümü olarak kimyasallara bu kadar bel bağlar hale gelmesini eleştiren bir tavrı vardı Tıp Bu Değil serilerinde. Bir kaç televizyon programına da katıldığını, web sayfasındaki bağlantılardan öğrendim. O programlarda bahsediyordu Antidepresan Tuzağı adlı kitabından. Sonra, bir vesile ile yüzyüze tanışma olanağı da buldum. Hatta geçenlerde haftanın sorusunda Antidepresan Tuzağı'nı hediye ettim. İşin doğrusu vaadettim desem daha doğru, kitabı henüz imzalatmaya fırsat bulamadım. Gene sözü fazla uzattım. Buyurun Antidepresan Tuzağı'na... Hayy Kitap'tan çıkmış bu önemli çalışma. Önce kitaptan çarpıcı bir alıntı: "İnsanlık, bu dünyadaki uzun süreli varoluşunun son 50 yılı boyunca, şimdiye dek görülmemiş ölçüde yoğun biçimde ruhsal sorunlar yaşayan ve buna yönelik tedaviler talep eden bir konuma gelmiştir. İnsanların modern yaşama geçmesiyle ortaya çıkan yeni yaşam

RTÜK Üyesi Sayın Esat ÇIPLAK'ın açıklamaları - gelişmeler

İşin doğrusu blog'un böylesine işe yarayacak bir ortam olduğunu bugüne değin bu kadar somut bir şekilde görmemiştim. Geçtiğimiz günlerde RTÜK üyesi Sayın Esat ÇIPLAK'ın sayısal karasal televizyon yayıncılığına dair açıklamaları gazetelere yansımıştı . En kısa haliyle, sayısal karasal televizyon için ayrılacak frekansların LTE- Broadcast için ayrılmasının ülkemiz için daha hayırlı olacağını ileri sürmüştü Sn. Çıplak. Ben de dilim döndüğünce bu fikrin hatalı varsayımlara dayandırılmış olduğundan bahsederek, konunun tüm taraflarının katılımıyla Elektrik Mühendisleri Odası çatısı altında tartışılmasını önermiştim .  Yazım, blogda yer aldıktan sonra bir kaç gün sessizlik ile geçti. Ben kısa bir tatil için Ankara dışına çıktım ve bir gün uzunca bir yorumun bırakıldığını gördüm yazımın altına. Tufan YÜRUÇ imzalı bu uzun yorumu aşağıya kopyalıyorum. Gözden kaçmaması gerekiyor: Sayın Özgür, Esat Beyin yazısı ile yaptığınız yorumlar için cevapları veriyorum;   1)Mobil üz