Ana içeriğe atla

Kayıtlar

dört muhteşem albüm

Blog sayfamda albümlerle ilgili yazdığım yazı yok denecek kadar azdır. Müzik dinlemediğimden, albüm satın almadığımdan değil bu durumun nedeni. Okuduklarım farklı türlerde olduğu için, onlarla ilgili yazmak kişisel tercihlerimi pek belli etmez diye düşündüm. Ancak müzik öyle değil. Neyse, bu aralar aldığım dört albümle ilgili yazmasam olmazdı.  Şebnem Ferah'ın, en azından benim tarafımdan, uzun süredir beklenen yeni albümü OD ismiyle çıktı. Cem Karaca'nın Nazım Hikmet'in şiirinden bestelediği Çok Yorgunum en beğendiğim şarkı oldu. Vatan hasretinin iliklerinize işlediği şiire Şebnem Ferah'ın sesi çok yakışmış. Albümdeki bu şarkı dışındakilerin söz ve müziği Ferah'a ait. Grup Kızılırmak ile tanıdığım, bir kaç kez konserinde canlı dinleme şansını yakaladığım İlkay Akkaya'nın müzikte 25. yılını kutladığı UMUT adlı albüm, çok etkileyici. Türkülere farklı düzenlemeler getiren, batı sazlarıyla anadolu sazları buluşturan şarkılar da seslendiren Akkaya'nın duru

Sayısal karasal televizyon: lisanslar ve sonrası

RTÜK tarafından yapılan ulusal ve bölgesel sayısal karasal televizyon yayın lisansı ihaleleri tamamlandı. RTÜK'ün sayfasındaki bilgilere göre lisanslar için toplam bedel 835 milyon 610 bin TL olarak oluştu. Bu bedel 10 yıllık lisans hakları için toplamda 53 medya hizmet sağlayıcısı şirket tarafından ödenecek. Bunlardan 33 tanesi ulusal yayın lisansına sahip oldu. Kalan 20 yayıncı ise 7 bölgeye yayılmış durumda. Marmara bölgesel lisansı için ödenecek en düşük lisans bedeli 2 milyon 660 bin TL iken, ulusal SD tematik lisansı için ödenecek en yüksek lisans bedeli 1 milyon 50 bin TL. Arz / talep dengesi fiyatlardaki farklılığın sebebi. SD tematik lisans ihalesinde 8 yeterlilik sahibi yayıncı kuruluş 8 lisans için yarışınca fiyat asgari bedel olarak belirlenen 1 milyon TL'den 50 bin TL arttı sadece. Marmara bölgesinde ise, deyim yerindeyse kıran kırana bir yarış yaşandı. İhaleye giren 8 yayıncı, 4 lisans için mücadele etti.  Peki bundan sonra ne olacak? 6112 sayılı RTÜK kanunu

Varoşta Kadın Olmak / Nalan Türkeli

Her ayın ilk pazar günü Ankara Ayrancı pazar yerinde kuruluyor antika pazarı. Antika meraklıları kadar, benim gibi sahaf tutkunlarına da hitabeden stantların birinde rastladım Nalan Türkeli'nin günlüğüne. Benim okuduğum Gökkuşağı Yayınları'nın Mart 1997 tarihli dördüncü baskısıydı. 150 sayfalık günlük, İstanbul'un varoşlarında hayata tutunmaya çalışan bir kadının mücadelesini anlatıyor. Ülkedeki fakirlik ve zorlu yaşam koşullarına askerlik yaparken şahit olmuştum. Bu anlamda, askerlik günlerinde gördüklerimi çok önemserim. Türkeli'nin kullandığı kelimeler, cümle yapıları aldığı daha doğrusu alamadığı eğitimle kıyaslandığında çok başarılı. Bu kadar da olmaz dedirten sıkıntılarla boğuşurken hep okumaya, bilgisini arttırmaya çabalıyor oluşu insanda ister istemez bir öfke doğuruyor. Öfke elbette Türkeli'ye değil. İnsanların en temel ihtiyaçları olan eğitim, sağlık ve barınma haklarına bile sahip olamaması öfkelendiriyor. Çocuğu hasta yatarken ilacın ne kadar olduğunu

Yaylapınar (Sinekçiler) Köyü Nazilli tatili

Yazılacaklar birikti, bu gidişler birikmeye devam edecek. Üst üste gelince seyahatler, okunanlar, teknik gelişmeler böyle oluyor. Yavaş düzgündür, düzgün ise hızlı deyip başlayayım bir yerinden.  Geçtiğimiz haftanın 6 gecesini, Aydın'ın Nazilli ilçesinin, eski adıyla Sinekçiler, Yaylapınar köyünde geçirdik. Ne ben, ne de eşim Nazilli'li. Oralarda yaşayan akrabamız da yok. Peki nasıl oldu da bir köyde kaldık 6 gece. Pınar Kaftancıoğlu sayesinde. Kendisini büyük şehirlerde, özellikle İstanbul'da, yaşayan çocuk sahipleri tanıyacaktır. Ayşe Arman'ın söyleşisinden sonra tanıyanlar ve alış veriş yapanların sayısında ciddi artış olmuş. Siz tanımayanlardansanız İpek Hanım'ın Çiftliği'nin web sayfasına bakmanızı ve yazının geri kalanını sonra okumanızı öneririm.  Kaftancıoğlu, bana kalırsa ülkemiz için uygulanabilir bir kalkınma modeli oluşturmuş. Ülkemiz, her ne kadar son dönemlerde ihmal edilmiş olsa bile, bir tarım ülkesi. Tarıma elverişli topraklara

Connected TV Summit etkinliği 2. gün programı

Eğer bir aksilik yaşanmazsa önümüzdeki hafta başlayacak ve benim de davetli olarak katılacağım Connected TV Summit etkinliğinin programını değerlendirmeye devam ediyorum. İlk gün yapılacak oturumlar çoğunlukla IPTV, OTT ikilemi üzerineydi. İkinci gün de temel konular değişmiyor. Etkinliğin programının bu minvalde sürüyor oluşu anlamlı elbette. Ülkemizde de son öğrendiğim verilere göre 500.000 adetin üzerinde Samsung Smart TV satılmış ve bu 500.000+ cihazın büyük bölümü ağ bağlantısını gerçekleştirmiş. Yani bu cihazları alanlar, artık cihazın ek özelliklerini kullanıyorlar. Bir çok yayıncı kuruluş, 6112'deki tanımıyla medya hizmet sağlayıcı şirket, bu alanda var olabilmek adına uygulamalarını akıllı TV'lerde kullanıma sunmuş durumda. Buradan ne çıkar, nasıl bir iş modeli kurulur, televizyon üreticileri yeni IPTV hizmet sağlayıcısı haline gelebilir mi, RTÜK bu alanı nasıl düzenleyecek, yapılacak olan kablo tv yayını olarak değerlendirilir mi soruları hep akılda. Soruları unutmad

Sokakbaşı Meyhane, nam-ı diğer Hüseyin'in Meyhanesi

Uzunca bir süredir izlediğim tek televizyon yayını Behzat Ç.'nin Hüseyin'in Meyhanesi mekanı olarak kullandığı Sokakbaşı Meyhanesi'ne sonununda gittim. Hatta yanda gördüğünüz üzere Behzat'ın masasında fotografım da var. Mekan, aslında Behzat Ç. öncesinde de bölgede bilinen sevilen yerlerdendi. Esat dörtyolda, köşebaşında yer alan burayı Behzat Ç.'de mekan olarak kullanmak, muhtemelen Erdal Beşikçioğlu'nun zamanında Sokakbaşı'nın çaprazında bir yer işletmesinden kaynaklanıyordur.  Sokakbaşı'na diziden aşinayız. Havalar iyi olduğunda açık havada büyükçe bir yerleri var. İçerisi de küçük sayılmaz. Mezeler lezzetli, fiyatlar pek ucuz sayılmaz. Dizinin etkisi fiyatlara yansımış görünüyor. Behzat'ın masası rezervasyonlu oluyormuş genelde. Yurt içi ve hatta dışından rezervasyon yapılıyormuş. Mekanın garsonları, kim bölümlerde rol almış. Duvarlarda gazete küpürleri ve diziden görüntülerin yer aldığı fotograflar var.  Yakında final yapacak olan Behzat

Onu Ben Öldürdüm Leonardo / Deniz Kavukçuoğlu

Deniz Kavukçuoğlu'ndan okuduğum ilk roman. Daha önce farklı türlerde kitaplarını okumuştum .  Can yayınlarından Ekim 2008'de çıkan ilk baskısıydı okuduğum. 145 sayfalık roman bir kaç saat içerisinde bitti. Romanın arka kapağında da belirtildiği üzere yaşlı adam genç kız aşkı konu edinilmiş. Aşk, karşı konulmaz bir duygu. Delilik hali. İnsanı insanlıktan çıkartan tehlikeli bir durum. Bana kalırsa bir kez yaşadıktan sonra böylesi bir delilik halini, bünye kendisine koruma kalkanı oluşturuyor ve tekrarına izin vermiyor. Umarım vermez de.  Kavukçuoğlu'nun anlattığı aslında aşk değil. Zaten roman kahramanı da kendisine, zor da olsa, itiraf ediyor bu durumu. Bir iki saat içerisinde bitmesi, dilin akıcılığının ve anlatılanın sürükleyiciliğinin kanıtı. Fonda, Leonardo de Vinci ve doğduğu kasaba ile İstanbul var.  Aşkı konu edinen romanlarda beni en çok etkileyen Levent Mete'nin Aşk Hastalığı olmuştu. Onu geçen bir aşk romanı okumadım henüz. Okuyacağımı da pek zannetmiyor

Anlar İzler Tutkular / İnci ARAL

Birkaç yıl önce, yayınlanmış tüm eserlerini okuduğum yazarların arasında saymak istediğime karar vermiştim İnci Aral'ı. Kararı almak, uygulamaktan kolaydı. Aradan geçen yıllarda, Aral eserlerine yenilerini de ekledikçe işim zorlaştı. Neyse, sona yaklaşıyorum. En azından şimdilik.  Benim gibi Aral tutkunları için bulunmaz kaynaklardan birisi Anlar, İzler, Tutkular adlı deneme kitabı. Epsilon yayınlarından Eylül 2003'te basılmış, adını oluşturan üç bölüm, Aral'ın yazma serüvenini, günümüz öykücüleriyle ilgili yorumlarını ve tutkularla ilgili tespitlerini içeriyor.  İşin doğrusu, Aral'ın romanları arasında beni en fazla etkileyeni Yeni Yalan Zamanlar adıyla yayınlanan ve ardından bu ismi üçlemeye verip kendisi Yeşil olarak adlandırılan romanıdır. Son okuduğum denemelerinde şu satırları görmek mutlu etti, beni: Yaşadığımız günlerin, genç bireylerdeki yansımalarını, onların kendilerini ifade etmekte zorlandıkları dilde meydana getirdiği aşınmayı ve romanıma anlamsal

Yürek Söken / Boris Vian

Cemal Bali Akal'ın tercümesiyle Can Yayınları'ndan 1985 basımı Yürek Söken'i okudum geçenlerde. Bir haftalık köy tatilimiz, kitap okuma bakımından çok verimli geçti. İnci Aral, Kerem Işık, Nalan Türkeli'nin eserlerini bitirdim, Ece Temelkuran'ın son romanı Düğümlere Üfleyen Kadınlar'ı ise yarıladım. Yürek Söken'in okuduğum baskısında bir önsöz yer alıyor. Boris Vian'ı tanımayanlar olabilir düşüncesiyle yazarla ilgili bilgiler sıralanmış. 39 yaşında, Mezarlarınıza tüküreceğim romanından uyarlanan filmi izlerken geçirdiği kalp krizi sonucu yaşamını yitiren Vian, bir çok türde bir çok eser bırakmış ardında. Romanları arasında Yürek Söken'i, diğerlerinden ayıran bir özellik var. Yürek Söken, yazıldıktan sonra gözden geçirilmiş bir roman.  Değişik bir roman Yürek Söken. Köye ulaşan bir psikiyatr, üçüz çocukların doğumuna denk gelir. Psikiyatr, eve mi gelmiştir, geçerken mi uğramıştır romanda belirtilmemiş. Neden evde kalmaya karar verdiği, ev ahalisini

Cinsel Şiddet Yaşayanların Yaşatanların Anlatımlarıyla / Alberto Godenzi

"...22 Ağustos ile 2 Eylül 1988 tarihleri arasında Zürich Üniversitesi Sosyal Araştırmalar Bürosu'na biri kadınlar, diğeri erkekler tarafından kullanılmak üzere iki telefon bağlandı. 12 gün süreyle, günün 24 saatinde, telefonlara cevap verebilmek üzere dördü erkek, dördü kadın sekiz kişi görevlendirildi. Olabildiğince çok erkek ve kadına ulaşabilmek için tüm İsviçre basın ve yayın organları aracılığıyla duyurular yapıldı. Radyo, TV ve basında yürütülen bu geniş kampanyalar sayesinde, ancak belli sayıda kadın ve erkeğe ulaşma şansımız oldu." s.32  Kitaplarla ilgili yazılarıma alıntıyla başlamamıştım bugüne kadar. Godenzi'nin okudukça tüylerimi ürperten, okudukça elimden bırakmak istediğim bu sarsıcı kitabıyla ilgili yazmaya başka nasıl başlanılır bilemedim. Yukarıdaki alıntıdan da anlayacağınız gibi 176 sayfalık kitap bu araştırma ve sonuçlarını anlatıyor / yorumluyor. Peki yöntemini öğrendiğiniz araştırma, neyi araştırıyor? Onu da tahmin etmek güç olmasa gerek. K

Connected TV Summit - Program değerlendirmesi - 2

Etkinlik için geri sayımda son 10'dayız. Bu durumda program değerlendirmesi yazılarını yavaş yavaş toparlamak gerekli. Hem sizler, hem kendim için. Bu tür etkinliklerde paralel oturumlar yapıldığından, doğru salonda yer alabilmem için programa çalışmış olmalıyım. İlk günün oturumlarında kalmıştık son olarak. Oradan devam edelim: İlk günün üçüncü oturumu içerik sahiplerine ayrılmış. Televizyon dünyasının en bilinen tabiridir: İçerik kraldır. İngilizcesi daha fazla bilinir nedense: Content is the King. Gerçekten öyle mi? Aslında soruyu farklı şekilde sormak da olanaklı: içerik kralsa, bu kralı aslında kim oluşturuyor? Bildiğimiz klasik televizyon kanalları mı, yoksa dizi/film/yarışma programı hazırlayan yapım şirketleri mi? Eski düzende kanal yoksa içerik anlamsız haldeyken, günümüzde farklı dağıtım kanalları sayesinde, kaliteli içerikler için klasik televizyon kanalı tek seçenek midir? Oturumun sorduğu / soracağı sorular tam olarak bunlar değil aslında. Sorular bana ait. Kendime

Tatil bitti, yaşasın (!) eski (d)üzen

Rüya gibiydi herşey. Her rüya gibi bitti. Yeniden eski, eskimiş ilişkilere, hayatımıza döndük / dönüyoruz. Nasıl oluyor bilinmez, insan tatildeyken farklı birisi, "gerçek" hayattayken bir başkası. Her ikisinde aynı olabilmek için ne gerekli peki? Gittikçe yasak alanları genişleyen, kimyasallar mı? Yoksa hayata bakışta yapılacak köklü bir değişiklik mi? Peki bu değişiklik, bir çok "şeyi" göze almayı gerektiriyorsa... Daha tam olarak "dönmeden" tatilden, bir havaalanının salonundan bunları yazıyorsam sanırım kararımı verdim.  Şimdi bu "şeyler"le canımı sıkıp, keyfimi kaçırmayacak kadar çok seviyorum hayatımı ve bu yüzden yazıyı burada virgülleyip, bir başka gün devam etmek üzere sizleri ülkeyi kurtaracak bir kalkınma modeliyle başbaşa bırakıyorum. Söz konusu modelin mimarı, mühendisi Pınar KAFTANCIOĞLU. Çocuk sahibi olanların çoğu onu İpek Hanımın Çiftliği'nin sahibi olarak, yaşı bana yakın olanlar Ümit KAFTANCIOĞLU'nun kızı olarak, Ay

blog ve yazarı tatile çıktı

uzuun zamandır beklediğimiz köy tatiline çıktık sonunda. Bu yazı, bir kaç hafta boyunca okuyacağınız son yazı. Gene bir kaç hafta boyunca yorumları onaylayamayacağım.  İnternet bağlantısı olmadığından değil bu ayrılık. Buna hepimizin ihtiyacı var. Yazacaklar, okuyacaklar, yapacaklar birikti.