Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Gölgede Kırk Derece, İnci Aral

Blog sayfama farklı yazarların kitaplarına ilişkin notlar düşüyorum. Geçenlerde kitap kategorisindeki bu notları, yazar isimleriyle etiketledim.  Etiket bulutunda ismi en büyük görünen yazar İnci Aral. Çünkü blog sayfamda, bu yazıyla birlikte, Aral'ın 14 eserine dair düştüğüm not var. Gölgede Kırk Derece, Aral'ın dokuz öyküsünden oluşuyor. Benim okuduğum Can Yayınları'ndan çıkan Aralık 2000 tarihli 3. baskısıydı. Dokuz öykünün ortak özelliği her birinde kadın hikayelerinin anlatılması. Kitaba ismini de veren Gölgede Kırk Derece ve kitaptaki son öykü Üçüncü Kişi beni en çok etkileyenler oldu. Üçüncü Kişi'deki rüya mı gerçek mi belirsizliğinin güçlü kullanılışı Aral'ın kaleminin gücünü yansıtıyordu. Gölgede Kırk Derece öyküsünde ise konu ve ele alınış biçimi çarpıcıydı. Bu arada Aral hayranları için güzel bir haber İnci Aral web sayfası yayına geçmiş...

Öteki / Bir St. Petersburg Destanı, Fyodor Dostoyevski

Karamazof Kardeşler'i okumuştum ilk olarak. Yıllar sonra Yeraltından Notları okudum. Şimdi Öteki'yi okuyunca sıralamada epey hatalı davrandığımı anladım. Kitapların yazılış sırasını izlesem tam tersini yapmam gerekirdi. Henüz hiç birini okumamış ama niyetli okurlara duyurmuş olayım. Ergin Altay'ın Rusça aslından çevirisiyle İletişim Yayınları'ndan 2008 tarihli ikinci baskısıydı benim okuduğum Öteki. Kitabın sonunda Joseph Frank'in sonsözüne yer verilmiş. Bu sonsözü İngilizce'den Yüce Aydoğan çevirmiş. Roman 202 sayfa, sonsözle birlikte kitap 226 sayfa. Dostoyevski'nin 1846 tarihli eseri Öteki, büyük beğeni toplayan ilk romanı İnsancıklar'ın ardından hayal kırıklığı yaratmış. Günümüzde okuduğumuz Öteki, Dostoyevski tarafından 1866'da gözden geçirilip kimi bölümleri çıkartılmış kimi bölümleri yeniden yazılmış haliymiş. Dokuzuncu dereceden devlet memuru Yakov Petroviç Golyadkin'in St. Petersburg'da (o tarihlerde başkent) yaşamının bir bölümüne t

Hiçbir Aşk Hiçbir Ölüm, İnci Aral

İlk baskısı 1997 yılında Özgür Yayınları tarafından yapılan 238 sayfalık romanın Can Yayınları'ndan Nisan 1998 tarihli 6. baskısını okudum. Geri dönüşlerle anlatılan anne ve kızının öyküsü var romanda. Hem kızın (Simden) hem annenin (Sara/Halise) hayatlarına dair ayrıntılara yer verilmiş. İşin doğrusu farklı gelişecek bir roman beklemiştim Simden'in, kocası Ömer'in kendisini bir erkekle aldattığını öğrendiğini okuduğumda. Ayrı bir roman konusu olabilecek bu duruma ilerleyen sayfalarda neredeyse hiç dönülmemiş. Sara'nın, roman zamanında, bugüne gelene dek yaşadıkları ile Simden'in geçmişi paralel bir biçimde yazılmış. Bir noktaya kadar birbirinden kopuk hayatlar yaşayan anne-kızın neden böyle ayrı hayatlar yaşadıkları, birbiriyle hesaplaşmaları mektuplar, anılar üzerinden anlatılmış. Evlilik, çocuk sahibi olmak, bir başka canlının sorumluluğunu üstlenmek romanın sorguladığı konuların başlıcaları bana kalırsa: "Her evlilik cinayetle biter, demişti annesi bir gün,

Bir Uzun Sonbahar, Demir Özlü

Bugüne değin dört öykü kitabını okuduğum Demir Özlü'den okuduğum ilk roman Derinlik Yayınları'ndan ilk baskısını Mayıs 1976'da yapmış Bir Uzun Sonbahar oldu. Benim okuduğum Aralık 1979 tarihli ikinci baskısıydı. Ankara'da aradığımı bulabildiğim sahafların bir arada yer aldığı Adilhan Kitapçılar Çarşısı'nda Bilge Sahaf'tan aldım Özlü'nün romanını. Merak edenler ve bilmeyenler için Adilhan'ı tarif edeyim. Kızılay'dan Sıhhıye'ye doğru giderken yolun sağ tarafında, eskiden kitapçıları ve kotçu dükkanlarıyla ünlü Zafer Çarşısı var. Zafer Çarşısı'nın hemen yanında yer alıyor Adilhan. Sakarya caddesi tarafından gelirseniz, Bayındır 1 sokaktan da girişi var hanın. İçerisinde test kitapları satanları da var roman-öykü-gravür satanları da. Kısacası kitaba dair ne ararsanız var bu handa. Bir Uzun Sonbahar, 1970 yılının sonbaharında İstanbul'da geçiyor. Romanı, kahramanının anlatımıyla okuyoruz. Arka kapakta Demir Özlü'nün hayatıyla ilgili v

yeni tema ve etiketler

Uzun süredir görünümünü değiştirmeyen bir blogum vardı. Sizi bilmem ama ben sıkılmıştım. Bu temayı wordpress.com'da buldum. Adı Greyzed. Makyajlanmış yeni blogumu umarım beğenirsiniz. Bloga ilişkin bir yenilik daha var. Kategorilerin altında yazarlar başlığını görebilirsiniz sol tarafta. Kitaplara dair yazdığım yazılara etiket ekledim. Kitabın yazar adı, o yazının etiketi oldu. Yazarlar başlığı bu etiketlerin bulut olarak gösterilmesinden ibaret. Kimi yazar isimlerini daha büyük görmenizin nedeni, o yazarın birden fazla kitabına ilişkin yazının olması. Bu anlamda en büyük isim İnci Aral olarak görülüyor ki bugün itibariyle Aral'ın 12 kitabına ilişkin yazı var blogda. Kimi yazar isimleri bu etiket bulutunda görünmüyor. Bunun nedenini tam anlayamadım.

Taş ve Ten, İnci Aral

Bir türlü başlayamadığım bir yazı oldu. Oysa okurken kafamda kurgulamaya başlamıştım yazacaklarımı. Sanırım kitaptan alıntıları yeniden okumak engel oldu yazıya başlamama. Alıntılar kopuk kopuk, romanın içinden cımbızla çekilmiş cümleler gibi . Böyle yapmak doğru değil belki ama gene de paylaşmak istiyorum: "...şu ana kadar hayatta umduğumdan daha azını başarabilmekten hoşnut değilim..." s.40 "...Bu yüzden elindekiyle yetiniyorsun. Sonra bir gün orta yaşa varıyorsun ve açabileceğin kapıların hiçbirini açmamış olduğunu fark ediyorsun. Yani bir sabah içinde bir yoksunlukla, unuttuğunu sandığın ama yalnızca uykuya bırakmış olduğunu fark ettiğin bir yığın özlemle uyanıyorsun ve..." s.88 İlişkileri kadın gözünden en iyi anlatan yazarlardan birisi İnci Aral. Epsilon Yayınları'ndan Ocak 2005'te ilk baskısını yapan 230 sayfalık Taş ve Ten'de kahramanımız  üniversitede profesör olarak görev yapan heykeltraş ve ressam, Alman anne ile Türk babanın iki kızından biri

Kediler Güzel Uyanır, Yekta Kopan

Bir de Baktım Yoksun 'dan sonra, daha önce aldığımız Kediler Güzel Uyanır 'ı okumak farz olmuştu. İlk baskısını 2011'de yapan (ay belirtilmemiş) Kediler Güzel Uyanır'ın Aralık 2011 tarihli ikinci baskısını okudum. Can Yayınları'ndan çıkan öykü kitabı 124 sayfa. Bulutlar Konuşurken, Düşmüş Bir Harf ve Yarın Sabah Öp Beni adlı üç bölüme ayrılmış, yanlış saymadıysam, toplam kırk bir öykü var. İlk bölümdeki öyküler kısa ve çok kısa. Çok kısa derken bir paragraflık öykülerden bahsediyorum. İlk bölümde Tarçın Kokusu adlı bir öyküsünde Kopan, okuduğum diğer öykülerinde pek rastlamadığım, bana fazlasıyla zorlama ve yorucu gelen benzetmeler kullanmış. Örnek vermem gerekirse: "...Çürümüş bir hurmanın, istemeden dışarı taşmış çekirdeği gibi sarkıyordu kalbim göğüs kafesimden....Yataktan kalkmak için çabaladığım her anda, biraz daha gömüldüm anılarımın timsah kokan bataklığına" (s.23). İkinci bölümde deneysel öykülere yer verilmiş. Hayır! isimli öykü tek ke