Ana içeriğe atla

Kayıtlar

İnternet Protokolü Televizyonu (ipTV) - 1

Bir dizi halinde yayınlamayı düşündüğüm makalemi yakında çıkacak EMO Ankara Şubesi bülteninde okuyabilirsiniz. İletim teknolojisinin gelişmesi bir çok sektör gibi yayıncılık sektörünü de etkiliyor. Çevirmeli ağ ile 14.4 kbps hızındaki bağlantılar kullanıldığı dönemlerde, geniş bant ağ bağlantısı makul fiyatlara inip yaygınlaştığında bu ağ üzerinden birçok yeni servisin olanaklı hale geleceğini makalelerden okurduk. Ülkemizde geniş bant ağ bağlantısının ücreti makul seviyelere geldiği tartışılır, ancak yaygınlaşmaya başladığı bir gerçek . Geniş bant erişim ve gelişen sıkıştırma teknolojileri ile gerçekleştirilebilir hale gelen servislerden birisi internet protokolü televizyonu ya da bilinen adıyla ipTV’dir. Makalede, ipTV’nin teknolojisinin ayrıntılarına girmeden genel olarak tanıtılması amaçlandı. İlerleyen bölümlerde görüleceği üzere özellikle ülkemizdeki duruma ilişkin gözlemlere yer verildi. ipTV konusunun ayrıntılarına girmeden önce, sektörde yaşananlara gözatmakta yarar var: Ip

Bursa Kitap Fuarı

TÜYAP 'ın düzenlediği kitap fuarlarından biri daha başlıyor bu haftasonu. Bursa, yeşilliklerle bezeli parkları, tarihi çınarları ve camileri, Tophanesi, Uludağ'ı, kestane şekeri, şeftalisi gibi değerlerine TÜYAP Kitap Fuarı 'nı da eklemiş 5 yıldır. 2008'de 6.sı düzenlenecek. 1-9 Mart tarihleri arasındaki etkinlik, son günü hariç 11-20 saatleri arasında ziyaretçilerini bekliyor. 200'ün üzerinde yayınevi ve sivil toplum kuruluşunun katılımcı olacağı fuarda yaklaşık 500 yazar okurları ile buluşacak. Kitap fuarlarını sadece kitapların satıldığı, yazarların okuyucularla buluştuğu etkinlikler olarak değerlendirmemek gerekiyor. Bursa'daki fuarda konferans, söyleşi, panel, şiir dinletisi ve okuma saati gibi 85 kültür ve edebiyat etkinliği düzenlenecek. Bir hafta boyunca kentte farklı bir atmosfer olacak. Türkiye'nin başkentinde TÜYAP Kitap Fuarına olan özlemimizi bir ölçüde gidermek için Bursa'ya gitmeye değer diye düşünüyorum...

Cemil Meriç'i keşfetmek: Sosyoloji Notlar ve Konferanslar

İnsan okuyacağı kitapları nasıl seçer? Ya çevresinden duydukları etkiler onu ya çeşitli yerlerde (kitap ekleri, gazete-dergi) okuduğu tanıtım yazıları çok az bir kısmı da tesadüfen. Cemil Meriç 'i keşfim bir arkadaş toplantısı sayesinde oldu. Lisemizin mezunlarının buluşmasında Cemil Meriç'in adı geçti. Konuşmaya katılan herkesin ortak görüşü Meriç'i okumayan bir Türk Solu olmamalı şeklinde oluşunca kendini solda tanımlayan biri için bu eksikliği, geç bile olsa, gidermek kaçınılmaz olmuştu. Meriç'in adını öğrendikten sonra iki kitabını satın aldım ve ilkini Sosyoloji Notları ve Konferanslar adlı olanını okumaya başladım. Kitaptan bahsetmeden önce Meriç'in hayat öyküsünü kısaca hatırlatmakta yarar var. Ayrıntılı hayat öyküsünü buradan ve buradan okuyabilirsiniz. 1916 yılında Hatay'da doğmuş. Antakya Sultanisi'nde okumuş. Tercüme bürosunda çalışmış, ilkokul öğretmenliği ve nahiye müdürlüğü yapmış. 1940 yılında İstanbul Üniversitesi'nde (İÜ) Fransı

Türk Diplomatın Kızı alıntılar

Bir önceki yazımda söz verdiğim alıntıları yayınlıyorum. Bu arada unutmadan ekleyeyim kitap Okuyan Us Yayınlarından çıkmış. İşte altının çizilmesi gerektiğini düşündüğüm alıntılar: Toplumun cinselliklerini özgürce yaşayan kadınları neden bu kadar büyük bir tehdit olarak algıladığını kafam bir türlü almıyor. Bir kadın olarak, Londra'da bile cinselliğinizi bastırmak zorundasınız, diğer türlü insanlar size bir tür baş belası olarak bakıyorlar.....Kız arkadaşlarım genellikle erkeklerin eninde sonunda, onunnla bununla çok fazla düşüp kalkmamış kızlarla evlenmek isterler diye akıllı davranmamı tavsiye ederler. Arada sırada öylesine biriyle yatmaktan hoşlansanız bile aslında öyle değilmiş gibi davranmak zorundasınız. Ama insan böyle bir şeyi, özellikle de, ömrünü beraber geçirmeyi düşündüğü, ruh eşi olan adamdan niye saklasın ki? Yo, size güvenmesi gerek işte. Güvenini kazanmak için olmadığım biri gibi davranıp yalan söylemek zorunda kalıyorsam en başından ters giden bir şeyler yok mu? E

Türk Diplomatın Kızı, Deniz Goran

Deniz Goran takma ismiyle yazılan ve çok tartışma yarattığı söylenen Türk Diplomatın Kızı kitabını okusam mı okumasam mı diye epey düşündüm. Okumak için önce satın almış olmam gerekiyordu elbette. Bu eksikliği (kitabın satın alınmasını) eşim halletti. Öncelikle itiraf edeyim ki kitabın okumadan önce internetteki söyleşileri, haberleri okudum. Bu sebeple ön yargılı olarak başladım okumaya. İlk bölümlerde neden okuyorum ki bu kitabı diye düşündüm. Neyse ki sonuna kadar okumaya devam etmişim. Öncelikle şunu söylemem gerekiyor ki kitap hiç de beklediğim gibi kötü bir kitap değil. Yazarın İngiltere'de umut vaadeden genç yazar olarak adlandırılmış olması boşuna değil. Kitap, bu yazıyı okuyan çoğunluğun bildiği gibi, emekli bir büyükelçinin kızının İngiltere'de yaşadığı hayatın bir kesitini sunuyor. Bizim medyadaki eleştiriler, çoğunlukla yazarın yaşadığı farklı cinsellik ile ilgili. Daha açık söylersek ülkemizdeki kızların yaşamadığı bir cinsellik var kitapta. Aslında kita

Anket devam ediyor

Televizyon yayınlarını nasıl aldığınızı belirtebileceğiniz anket devam ediyor. Anketi şimdiye kadar dolduranlar Türkiye genelini bir ölçüye kadar yansıtıyor. Türkiye'de hane halkının neredeyse yarısı (rakamlar değişiyor %48-54 arası) televizyon yayınını uydu üzerinden izliyor. Kablo tvden yayın izleyenler ise, anketime yanıt verenlerin aksine, 1.132.000 abone ile %6-8 arasında (toplam hane sayısını kaç aldığınıza göre) değişiyor. Kalan %50'ye yakın kesim ise halen çatı anteni ile yayınları izliyor. Bakalım benim anketim nasıl bir sonuç verecek.

Blu-ray mi HD-DVD mi?

Teknolojiler gelişip değişirken kimi zamanlar farklı formatların mücadelelerine tanık oluruz. Geçmişte Sony'nin Betamax'ı ile JVC'nin VHS arasındaki mücadeleyi hatırlarız . VHS'nin zaferi ile sonuçlanan mücadele epey uzun yıllar sürmüştü. Günümüzde benzer bir format savaşının gene Sony'nin Blu-Ray 'i ile bu kez Toshiba'nın HD-DVD 'si arasında yaşanmakta olduğunu görüyoruz. Her iki format ile ilgili ayrıntıları, ilgili bağlantılardan öğrenebilirsiniz. Bu sabah TelecomTV sayfasında okuduğum haber , mücadeleyi Blu-Ray'in kazandığını söylüyor. Oldukça önemli bulduğum gelişmeyi, özellikle yeni nesil video oynatıcı alacaklara duyurayım dedim. Habere göre Hollywood ve Wal-Mart'ın desteği ile Blu-Ray satışlarının HD-DVD'yi ciddi olarak geçmiş. İki format arasındaki savaşın galibi birgün belli olsa bile mağlubu şimdiden belli gibi: kaybeden formatta oynatıcı alanlar...

Boğucu gündem

Yaşadığımız günlere ilişkin yazacak çok şey var. Ancak içimden hiç yazmak gelmiyor. Gündemdeki konuların bende uyandırdığı tek his çaresizlik. Neyseki, bahar geliyor. Günler uzamaya başladı. Giderek daha fazla uzayacak. Artık hava eskisi kadar erken kararmıyor. 21 Hazirana kadar uzayacak. Sonra yeniden kısalmaya başlayacak. Hayat döngülerden ibaret. Gece-gündüz, yaz-kış ve en büyük döngü: yaşam-ölüm. Hiç bir şey kalıcı değil. Bugünler de kalıcı değil. Tek tesellim bu. Motorları maviliklere süreceğimiz güzel günler umuduyla...

Televizyon yayını alma anketi

İstatistiksel veriler ülkemizde televizyon yayını alma yöntemlerinin dağılımını gösteriyor olsa bile benim sayfamın ziyaretçilerinin yayınları nasıl aldığını öğrenmiş olacağım, eğer yanda gördüğünüz anketi yanıtlarsanız. Yurt dışından sayfama erişen değerli okuyucuların sitemlerini duyar gibiyim: ipTV ve Sayısal Karasal Yayın (DVB-T) seçenekleri neden yok diye. Haklısınız onları atladım. Artık bir dahaki sefere onları da eklerim. Belki o zamana kadar ülkemizde de bu yayın seçenekleri olanaklı hale gelir. İlk oyu ben verdim: Kablo TV diyerek. Sayısal kablo tv yayıncılığının artık başlamasını dileyerek...

Manifesto'nun 160. yılında...

Bu haftasonu Ankara'da Manifesto'nun 160. yılında Marksizmin Güncelliği başlıklı bir sempozyum vardı. İki günde toplam 6 oturumda sunumlar gerçekleştirildi. Eski Derya sinemasının olduğu binada (İnşaat Mühendisleri Odası) tamamen dolu salonda gerçekleşen etkinliği internet üzerinden http://www.sendika.org sayfasından da takip etmek olanaklıydı. Gidemeyen, izleyemeler üzülmesin. Sunumları http://manifesto.sempozyum.tv/ adresinden bir süre daha izleyebilirsiniz.

Yaşamak mı Yoksa Ölmek mi

Ankara Devlet Tiyatrosu'nun iki yıldır oynamakta olduğu Yaşamak mı Yoksa Ölmek mi adlı oyununa gitmeyi iki kez denemiştik. Her iki seferde de oyuncuların rahatsızlıkları yüzünden başka oyunlar izlemek zorunda kalmıştık. Sonunda bu akşam izleyebildik. İki yıldır oynamasına karşın Akün Sahnesi gibi büyük sayılabilecek bir salon dolmuştu. Oyun iki perde, toplam 2 saat 35 dakika sürüyor. Alman faşizminin Polonya'yı işgali sırasında Varşova'da yaşayan bir grup tiyatro oyuncusunun başlarından geçen trajikomik bir hikaye anlatılıyor. İlk bombalama sırasında savaşın korkunçluğunu hissediyorsunuz. Melchior Lengyel'in yazdığı oyunu Jan Mendell oyunlaştırmış. Çeviren ve yöneten Yücel Erten. Sade ve işlevsel bir dekor kullanılmış. Ortada dönen platform kah sokak oluyor, kah tiyatro sahnesi. Tiyatro sahnesi olarak kullanıldığında platformun bir yarısında oyun devam ederken, diğer yarısında kulisi göstermek akıllıca bir buluş olmuş. Anlatılan hikaye savaşın ortasında geçiyor olsa bi

Ressamın Bahçıvanıyla Marul Üzerine Sohbeti, Henri Cueco

Uzun isimli, etkileyici bir kitap Ressamın Bahçıvanıyla Marul Üzerine Sohbeti. Kitabın yazarı Henri Cueco , gerçekten ressam. 1929 doğumlu. Paris'te yaşıyor. Kitap, ressam/yazar Cueco'nun demiryollarından emekli bahçıvanıyla yaptığı sohbetleri içeriyor. Yazarla kıyaslandığında eğitimsiz bahçıvanın söyledikleri kimi durumlarda yıllarını felsefeye vermişleri şaşırtacak kadar özlü olabiliyor. Hayatınıza ilişkin düşünmenize yol açacağını düşündüğüm bu kitabı okumanızı öneririm. Kitabın arka kapağında yazıldığı gibi: "Kitabı bitirdiğinizde, bahçıvanın size fısıldadığını duyacaksınız: < Yaptığınız her ne olursa olsun bahçenizin bakımını asla ihmal etmeyin > Gerçek ve mecaz anlamda.

Don Kişot hayal kırıklığı

Şubat tatilinin başlaması ile birlikte çocuklara yönelik filmler vizyona girdi. Don Kişot da bunlardan biri. Animasyon filmler genellikle komik olur. Şrek filmini severek istemiştik. Don Kişot'un da Şrek'e benzeyeceğini düşünmüştük. Ne yazık ki beklentilerimizden çok uzak bir filmle karşılaştık. Ne çocuklara göre bir film ne de büyüklere göre. Konu desen konu yok, komik desen değil. Çizgiler bile itici. Verdiğimiz paraya acıyarak ilk yarısında çıktık. Neden böyle bir film yapmışlar anlayamadık.

Ankara'da kar var

Güzel yaz fotograflarından sonra hayatın gerçeklerine dönme zamanı. Pazartesi sabahı karla uyandık. Geceden yağan kar, okulların tatil olmasının etkisiyle, trafiği olumsuz etkilememişti. Umarım akşam dönerken de sıkıntı yaşanmaz. Kar yağınca güzel manzaralar ortaya çıkıyor.

Soğuk kış günlerinde yaza özlem

Ülkenin doğusu çetin kış şartlarıyla boğuşuyor. Erzurum'daki soğuğun etkilerini içimiz üşüyerek izlerken yazdan kalma fotografların iyi gideceğini düşündüm. Geçtiğimiz yaz çektiğim iki fotografla yazı hatırlatmak istedim. Hayatın en iyi yanı bu belki de, hiç bir şey kalıcı değil. Ne kış, ne yaz, ne de biz... Merak edenler için söyleyeyim. Fotografları Datça'da çektim. 2 megapiksel Kodak fotograf makinesiyle.

Ankara Kocatepe Camii

Zaman zaman gittiğim yerlerde çektiğim fotografları ekliyorum bloguma. Bu kez farklı bir şey olsun. Gittiğim yerde değil olduğum yerde çektiğim fotograflar. Ankara'nın orta yerinde Edirne'deki Sinan eseri Selimiye'ye benzediği (taklit ettiği) ileri sürülen Kocatepe Camii fotografları. 1967 yılında inşaatına başlanan, 20 yıl sonra, 1987'de kullanıma açılan caminin altında Beğendik'in Ankara'daki ilk mağazası bulunuyor.

Çığ

Devlet Tiyatroları'nın aylık programında, oyunları tanıtıcı küçük metinler yer alır. Bu metinlere bakarak gitmeyi planladığınız oyun ile ilgili ön bilgi edinirsiniz. Övücü yazılar olduğunu bilerek okuyunca, genellikle yanıltmaz bu bilgiler. Aşağıda Çığ ile ilgili yazılan tanıtımı okuyunca; 'Bu günlerde; dünyamızda yaşanan ve adına Yeni Dünya Düzeni denilen dayatmalı tek ve gerçek doğruymuş gibi yutturmaya çalışan ve böylece de dünyamızı biraz daha kana ve ateşe boğan egemenlere karşı direnmemiz gereken bu günlerde… Çığ.' mutlaka görmem gerekiyor diye düşündüm. Yeni Dünya Düzeni , kana ateşe boğan gibi iddalı sözlerle süslenmiş etkileyici bir tanıtım yazısı. Gelin görün ki oyun tanıtım yazısıyla o kadar ilgisiz çıktı ki bir ara tanıtıcı yazıyı başka oyun için mi yazmışlar dedim kendi kendime. Karın yolları kapattığı, çığ tehlikesi yüzünden bağırmanın yasak olduğu bir yerde yaşamak zorunda kalmış, çocuk doğurmayı çığ tehlikesinin olmadığı zaman dilimine göre ayarlayan bir

Dadım Aşık

Romantik komedi olarak sınıflandırılabilecek, mısır patlağı kalıcılığında bir film. Hemşire annesinin binbir güçlükle okuttuğu kızı (Scarlett Johansson), iktisat ile birlikte antropolojide yan dal yapar. İktisat eğitimi ile girebileceği (yüksek getirili) işler yerine, antropoloji ile ilgili çalışmalar yapmayı istemektedir. Tesadüfler sonucu, dadılık yaparak hem antropoloji yüksek lisansına başvurusunda kullanacağı gözlemler yapabileceğini hem de geçimini sağlayabileceğini görür. apartmandaki yakışıklı genç ile aralarında yakınlaşma başlar ve olaylar gelişir... Zengin kentlilerin hayatlarından kesitler çarpıcı. Kendi çocukları ile ilgilenmeyi bakıcılara bırakıp sosyal etkinliklerde bulunan, çocuklara proje olarak bakan tipler iyi vurgulanmış. Filmin orijinal adı The Nanny Diaries . Türkçeye çevirince Dadı Günlükleri oluyor. Filmdeki dadının günlük tuttuğu, hatta filmin sonunda bu günlüklerin antropoloji eğitimi başvurusunda kullanıldığı düşünülünce mantıklı oluyor. Ne hikmetse Dadım Aşı

Olasılıksız, Adam Fawer

Dan Brown'un İhanet Noktası adlı romanını hatırlatıyor Olasılıksız . Brown'un kitabını hatırlatması konusuyla ilgili değil. Türü ile ilgili. Son dönemde yeni moda olan, belki benim yeni farkettiğim, bir tür: bilimsel gerçeklere bir yere kadar dayanan kurmaca-polisiye-gerilim-bilim kurgu. Artık nasıl adlandıracağınız size kalmış. Adam Fawer , sürükleyici bir roman yazmış. Merak içerisinde okuyorsunuz. Laplace Şeytanı (Devil of Laplace = Demon of Laplace) gibi bilimsel bir konu koyup etrafına sürükleyici bir hikaye yazınca Olasılıksız ortaya çıkıyor. Benim okuduğum 18. baskısıydı. Formül doğru olunca satış garanti oluyor demek ki. İhanet Noktası için yazdıklarım Olasılıksız için de geçerli. Yaz aylarında plajda okumak için birebir.

Safran Sarı, Yeni Yalan Zamanlar -3, İnci Aral

Üçlemenin son kitabı Safran Sarı, 2007 yılında yayınlanmış. Benim elimdeki 7. baskısıydı. İlk baskısını Mart ayında yapmış olduğunu düşününce, Eylül ayında 7. baskıya ulaşmak iyi satıldığının göstergesi olsa gerek. Yeşil ile başlayıp, Mor'da kısa ara verdiğimiz Melike Eda'nın hikayesine son kitapta devam ediyoruz. İlk romana ilişki kafamızdaki (en azından benim kafamdaki) soruların yanıtları da Safran Sarı'da gizli. Romanın başlıca karakterleri kısa zamanda bol para kazanmış finans piyasasından doyumsuz Volkan, tarihi eser kaçakçısı - takı tasarımcısına dönüşmüş Melike Eda, kaçakçı dayısı, üniversite mezunu olup geçinmesine yetecek para kazanabileceği bir iş bulamayıp sonunda lüks müşterilere çalışan bir telekız olan Eylem. Gene farklı karakterlerin ağzından okuyoruz romanı. Ancak Safran Sarı'da, diğer iki ktapta olmayan bir sığlık hissettim okurken. Karakterler fazla inandırıcı gelmedi bana. Daha doğrusu, karakterlerin yaşamları fazla inandırıcı gelmedi.

Mor, Yeni Yalan Zamanlar -2, İnci Aral

Yeni Yalan Zamanlar'ı okuduktan sonra Safran Sarı kitabının yakın zamanda yayınlandığını anımsadım. Kitapla ilgili yazılanları karıştırırken farkettim ki benim Yeni Yalan Zamanlar adıyla okuduğum kitap, artık Yeşil adını almış. Yeni Yalan Zamanlar ise Mor ve Safran Sarı ile birlikte üçlemenin üst başlığı olmuş. İlk kitabı okuyan birisi olarak diğer ikisini okumak farz olmuştu. Mor, 2003 yılında yayınlanmış. Yeşil'den yaklaşık 10 yıl sonra. İlk romanın karakterlerinden Melike Eda, bu romanın da konuk karakteri. Mor'da kadın erkek ilişkilerine eğilmiş Aral. Özellikle evliliklere. Yeşil'de olduğu gibi farklı hayatlardan farklı karakterler var. Hepsinin hikayelerini genellikle kendi ağızlarından okuyoruz. Evlilikle ilgili ilginç tespitler yapılmış. Kitap, 24 saatlik zaman içerisinde geçiyor. Elbette karakterler geçmişe ait anıları düşünüyor-anlatıyor. Sabah 5'ten ertesi sabah 5'e kadar geçen bir gün. Romanın başında, sonunun ne olacağı anlaşılıyor. Gene de bu dur

Yeşil, Yeni Yalan Zamanlar - 1, İnci Aral

Yeni Yalan Zamanlar başlıklı üçlemenin ilk kitabı Yeşil. Evdeki kitabın adı Yeni Yalan Zamanlar. Kitabın kapağı yeşil renkli. Belki yazar üçleme olması gerktiğine ilk kitabı yazdığında karar vermemişti. İstanbul'a giderken okumak için roman ararken kütüphanede buldum Yeni Yalan Zamanlar'ı. Bu kadar sürükleyici ve etkileyici bir dille yazılmış olacağını tahmin etmemiştim. Farklı karakterlerin ağzından anlatılan hikaye ilk 10-15 sayfa sonra elinizden bırakamayacağınız kadar sarıyor sizi. Özellikle ruhsal sıkıntıları olan gazetecinin, kitabın yazarı olduğunu sonradan öğreniyoruz, isimleri olayları ve okurken bizlerin aklını karıştırmasını çok başarılı buldum. Yer yer neyin gerçek neyin sanrı olduğunu karıştırıyoruz biz de gazeteci ile birlikte. 1994 yılında yazılmış Yeni Yalan Zamanlar. O günlerde yazılmış bir romanın ülkenin bu günlerindeki tartışmaları yakalamış olmasını yazarın ileri görüşlülüğüne de yorabiliriz, ülkemizde gündemin çok değişmediğine de. Üçlemenin diğer iki k

Roma Hamamı

Ankara Sanat Tiyatrosu (AST) bu sezon Stanislav STRATİEV'in yazdığı Roma Hamamı adlı oyunu sergiliyor. Geçen sezon oynadığı Belalı Aile'ye göre daha neşeli bir oyun. Kısaca konusundan bahsedeyim: Bulgaristan'da küçük bir memur olarak çalışan İvan Antonov (Hakan Sanılmış) yıllar sonra yaz ayında tatil yapma olanağına kavuşur ve tatildeyken evinin eskiyen döşemelerinin tamiratını yaptırmaya karar verir. Tatil dönüşü evinin ortasında açılmış bir çukur ve çukurun başında uğraşmakta olan Doçent'i (Cengiz Sezgin) bulur. Doçent, Antonov'un evinde tarihi Roma Hamamı bulunduğunu, evde yeni kazı çalışmaları yapacaklarını söyler. Doçent kendisine profesörlük, şan-şöhret getirecek bilimsel çalışmalarında kullanmak için bir maden olarak görmektedir hamamı. Gözü ne güzel ve işveli nişanlısı Marta'yı (Ebru Saçar) görür ne de evini kaybetmekte olan Antonov'u. Bu arada hamamın bulunduğunu duyan tarihi eser kaçakçıları (Melih Yetkin, Ümit Bakış) eve gelmeye başlar. Devlet,

Anne Neden Ben, Murat KEFELİ

Murat Kefeli ismini duymamış olabilirsiniz. Ben de geçen çarşambaya kadar duymamıştım. Cumhuriyet gazetesinde kendisi ve yeni çıkan kitabı Anne Neden Ben ile ilgili haberi okuyunca ilk fırsatta kitabını aldım. Deyim yerindeyse bir solukta okudum. Kitap ile ilgili söylenebilecek çok şey var. Tek cümle ile özetlemek gerekirse: herşeye karşın yaşama tutunma azmi alkışa değer. Yazar, öz yaşam öyküsünü anlatmış 316 sayfada. Okuyanın içini burkan bir hastalığa tutulmuş. Önce psikiyatrik olduğunu düşünmüş doktorlar ve fiziksel olan hastalığını tedavi etmeye çalışmışlar. Sonra, nöropatinin nadir bir türüne tutulduğunu farketmişler. Kulakları işitmez olmuş, ardından gözleri görmemeye başlamış. Bu süreçte hep mücadele etmiş hayatla. Yapabileceği işler bulmuş. Kulakları az duymaya başlayınca bilgisayarla haşır neşir olmuş. Web sayfası tasarlamayı öğrenmiş. Ciddigeyik.com adlı bir site kurmuş. Son bulduğu kitap yazmak. Anne Neden Ben , Kefeli'nin ilk kitabı. İkincisinin yolda olduğu yazıl

Nerde kalmıştık?

Uzun zaman olmuş son yazımı yazalı. Aslında yarı ölü halde bırakmıştım blogumu. Yarı ölü hale getiriken, başta keyifli gelen şeyler zamanla sıkıcı hale dönüşüyor demiştim. Zorlamamak lazım böyle zamanlarda. Gene yazmayı isteyince, şimdi olduğu gibi, nerde kalmıştık diyerek devam ederim diye düşünmüştüm... İnci Aral'ın üçlemesini okudum. Üçlemenin ilk kitabı evde varmış zaten. Üçleme olduğunu bilmeden başladım okumaya. Aslında belki yazar da bilmiyordu üçleme olacağını Yeni Yalan Zamanlar'ı yazmaya başladığında. Mor ve Safran Sarı'dan sonra ilk kitabın adı Yeşil, üçlemenin başlığı ise Yeni Yalan Zamanlar olmuş. Bu üç kitap ile ilgili düşüncelerimi bir başka yazıya bırakacağım.

Bloga ara

Belli süre için keyif veren uğraşlar, sonradan sıkıcı olabiliyor. Blog yazmak da zamanında keyif verse bile artık bu özelliğini yitirdi. Büyük olasılıkla bu bloga yazdığım son girdi olacak. Önceki iletilere bir süreliğine daha erişebileceksiniz....

Persepolis

İran'da Şah zamanında doğmuş solcu ve zengin bir ailenin kızının yaşadıklarını anlattığı animasyon. Etkileyici bir hikaye, abartısız çizgiler, sürükleyici anlatım. Düşündürücü 100 dakika sonrası burada da olur mu endişesi. Persepolis izlenmesi gereken filmlerden. Ankara'da Kızılırmak sinemasında oynuyor.

Fenerbahçe İnter

Son zamanlarda izlediğim en keyifli maçlardan birisiydi dün akşamki maç. Sadece skoru değil maçı keyifli kılan. Özellikle ikinci yarıdaki karşılıklı ataklar, topun bir o kalede bir bu kalede olması seyri zevkli kılıyor. Bu keyifli maç için iki takıma da teşekkürler. Atılan gol ise jeneriklerde kullanılacak cinsten.

Ankara'da su

Barajlarda su seviyesinin azalması ile birlikte tasarruf amacıyla düzenli kesintilere başlandı. Kente verilen su miktarı azaltıldı. Ancak tasarrufu yapanlar, oturdukları yerlerde depoları olmayanlar. Su deposu olanlar alışkanlıklarını değiştirmeden, hatta çoğunlukla suyun kesik olup olmadığını bile anlamadan hayatlarına devam etti. Hayattaki eşitsizlik, kesintilerden etkilenmede de kendini gösterdi.

Susuz yaz

Ankara'nın yazlarının ayrı güzelliği vardı eskiden. Boşalmış cadelerde trafik sıkışıklığı yaşamadan ilerlemek, akşam serinliklerinde sokaklarda dolaşmak keyifli olurdu. Bu yaz, sanırım ki seçimlerin etkisiyle, boşalmadı Ankara. Eski yazlara göre çok daha sıcak geçen günler ve gecelere bir de su sorunu eklenince iyice çekilmez oldu başkentte yaşamak.

Ahmet Ümit'i keşfetmek

Yakın zamanda arka arkaya Ahmet Ümit kitapları okudum. Aşk Köpekliktir adlı polisiye olmayan öykü kitabını beğenerek okumuştum. Son zamanlarda okuduğum kitapları ise Şeytan Ayrıntıda Gizlidir (öykü), Kavim (roman) ve Beyoğlu Rapsodisi (roman). Her birini kısa sürede okudum. Sürükleyici kitaplar. Beyoğlu Rapsodisi'nde, İstiklal caddesindeki tarihi mekanlara ilişkin bilgiler etkileyici. Kavim'de Süryanilerle ilgili bilgiler var. Polisiye sevenlere öneririm.

Blog yazmak

İlk başladığımda heyecan duyduğum sonra giderek çekiciliğini kaybeden işlerden birisi oldu blog yazmak. Zaman zaman ara versem bile 2004 yılından bu yana yazdığım bu sayfaya epeydir ekleme yapmadım. Yaz boyunca da pek sık güncelleme yapmayacağım gibi görünüyor. Bakalım, zaman ne gösterecek.

100.yıl Fenerbahçe'ye yaradı

Futbolun ardından basketbolda da şampiyon oldu 100. yılında Fenerbahçe. Efes karşısında 4-0'lık seri sürpriz oldu benim için. En azından bir maç kazanırız diye düşünüyordum. Yıldızlar topluluğu gibi bir takım ve coşkulu seyircisi birleşince beklentim gerçekleşmedi. Ne diyelim, Avrupa'da başarılar...

7. Köpek

Çetin Altan'ın ilk olarak 1964'te sahnelenen oyununu 2007 yılında, neredeyse aynı güncelliği ile, izledik. Farklı olana tahammülsüzlük olarak özetlenebilecek konusu, ne yazık ki zamandan ve mekandan bağımsız. Tek perdelik oyun yaklaşık 80 dakika sürüyor. Sahnenin kullanımı, kostümler ve müzik başarılı. Oyunculuklar, belki öyle olması gerektiği için, abartılı. Bu sezon izlediğim oyunlar içinde iyilerden biri 7. Köpek. Bir tiyatro sezonunu daha kapattık böylece. İyi oyunların olacağı yeni sezonlar dileğiyle...

Eurovision Şarkı Yarışması

Bir örovizyon şarkı yarışması daha geride kaldı. Litvanya ve Rusya'nın şarkılarını beğenmiştim finalleri izlerken. Hatta, 5 mesaj (10 kontür) ücretine karşın ilk kez Litvanya için oy kullandım. Sonuçta Türkiye'den Litvanya'ya sıfır puan gitti. Zaten sondan 3. oldular. 4. olmamız şarkımızın beğenildiğinin göstergesi. Zaten temsilcimiz kim olursa olsun 60-70 puanı garanti oluyor. Yarışmanın sunucusu kaç ülkeden tam puan aldık diye sayarken, bu ülkelerde yaşayan gurbetçileri unutmuş gibiydi.

Kuğu Gölü Balesi

3 perde olarak sahnelenen Kuğu Gölü balesinde salon tıklım tıklım dolmuştu. Ankara'nın erken başlayan sıcakları, iyi havalandırılmayan dolu salon ile birleşince temsili izlemek güçleşti. Son perdeyi izlemeden ayrıldık salondan verilen arada. İzlediğim bölümlerde balerinler ve baletlerin dansları müzik ile uyum içinde ve etkileyiciydi. Uzun eğitimlerden geçtikten sonra edinilen esneklik büyüleyici oluyor.

yaz geliyor

Ankara'da havalar ısınıyor . Haber bültenlerinde bugünlerde hep duyduğumuz bu sözlerle anlatılan siyasetin ısınmasının dışında, güneşin kendini göstermesiyle havalar gerçekten ısınıyor. Bu yıl baharı pek yaşayamadık. Umarım yaz aylarında kavrulmayız.

eski fotograflar

Eski fotografları karıştırırken Ankara kalesine çıkan dik yokuşta çektiğim iki pozu sayfaya koyayım dedim. Hasır sepet ve rengarenk kumaşlar satan iki dükkandan iki fotograf.

Kayseri Erciyes'e tebrikler

Trabzonlu olmadan Trabzonspor'u destekleyenlerden biri olarak kupadan elenmemiz üzüntü verici elbette. Yarı final kuraları çekildiğinde en şanslı kurayı çektiğimiz düşünülmüştü. Rakibimiz Galatasaray'ı eleyerek yarı finale çıkmış olsa bile Fenerbahçe ve Beşiktaş'a göre iyi bir kuraydı. İlk maçın Trabzon'da olmasından mıdır, rakibin beklediğimizden iyi oynamasından mıdır bilinmez penaltı atışları sonucu elendik. Önümüzdeki yıl UEFA kupasında Erciyes'e başarılar.

İnternet - televizyon

Televizyon izleyicisine yeni seçenekler sunulmaya devam ediliyor. Halen yapılmakta olan televizyon yayıncılığını ileride hatırladığımızda ne kadar sıkıcıymış diyeceğimiz günler yaklaşıyor. Joost isimli bir servis, internet ile televizyonu birleştirip yepyeni bir deneyim sunmayı vaadediyor. Joost'un heyecan verici özelliği, sistemin kurucularının önceki projelerindeki başarılarından kaynaklanıyor. Niklas Zennstrøm ve Janus Friis KaZaA ve Skype gibi alanında çığır açan iki uygulamanın kurucularının yeni servisi (hizmeti, sistemi artık adına ne derseniz :) Joost, televizyon deneyimini farklı boyutlara taşıyacak gibi. Sisteme ilişkin ayrıntılar ortaya çıktıkça yeni yazılarla tanıtmaya çalışacağım.

Bir Ömür Yetmez

Ferzan Özpetek 'in son filmini izledik. Filmi izlerken daha önce benzer bir film izlemiştim diye düşündüm. Hatta, daha önce izlediğim film de Özpetek'in bir filmiydi: Cahil Periler. Cahil Periler'deki keyifli toplu yemeklerin benzerlerini Bir Ömür Yetmez 'de de izledik. Elbette bir çok farklılık var iki film arasında. Ancak, ana konu benziyor: İlişkiler, aşk, hemcinse duyulan aşk. Güzel yüzlü insanlarla güzel müzikler eşliğinde güzel mekanlarda çekilmiş bir film. Bu dönem bir çok film gösterime girdiği için belki de, sinemanın küçük bir salonunda yer bulabilmiş kendine. Oysa gösterime gireli fazla zaman olmadı. İzleyicisinin fazla olmasını dilerim.

Artık dikili ağacımız var

Elektrik Mühendisleri Odası (EMO) Ankara Şubesi üyelerinin dikili ağaçları var artık. Bu yıl, kuruluşunun 30. yılını kutlayan şubemiz, küresel ısınmanın, iklim değişikliklerinin konuşulduğu bu günlerde Ankara'nın Hasanoğlan Beldesi'nde 12.000 ağaçlık bir hatıra ormanı oluşturuyor. Fidanlarımızın dikiminin bir kısmını geçtiğimiz pazar günü meslektaşlarımız ve katılımcılarla gerçekleştirdik. Havanın kapalı olması ve zaman zaman yağan yağmur, etkinliğin neşesini bozamadı. Fidanların dikiminden sonra gezilen Hasanoğlan Köy Enstitüsü binası (halen Ankara Atatürk Anadolu Öğretmen Lisesi olarak hizmet veriyor) ayrıca zaman ayrılması gereken bir mekan. Etkinliğe İvriz Köy Enstitüsünde öğrenim gören yazar Mahmut Makal 'da katıldı.

EMO Ankara Şubesi Hatıra Ormanı

Elektrik Mühendisleri Odası Ankara Şubesi bu yıl kuruluşunun 30. yılını kutluyor. Çeşitli etkinliklerin yanı sıra, kalıcı bir eser olarak, hatıra ormanı yapılıyor. Ankara'nın Hasanoğlan beldesindeki alana toplam 12.000 fidan dikilecek. Bu hafta pazar günü ( 1 Nisan 2007 ) düzenlenecek şenlikle fidanların dikimi gerçekleştirilecek. Konu ile ilgili ayrıntıları buradan okuyabilirsiniz...

Kızıla Boyalı Saçlar, Kostas Mourselas

Yazardan okuduğum ilk kitap Kızıla Boyalı Saçlar . Yunanistan'ın yakın tarihi arka planı oluşturuyor, anlatılan öykü ise (Konstandis Manolopulos adlı kahramanın ağzından anlatılıyor) bir grup arkadaşın zaman içindeki değişimleri. Değişik bir tarz var kitapta. Roman, geri dönüşlerle, birbirinin içine girmiş öykülerle ilerliyor. Kimi yerlede, özellikle anlatılan öyküden çok uzaklaşıldığında, nerde kalmıştık, hatırlayın gibi uyarılar konulmuş. Sürükleyici bir roman olmakla birlikte, çok karakterli ve karakterlerin isimleri birbirine benziyor olması okunmasını zorlaştırıyor: Anargiros, Andigoni, Andoniadhis, Anestis, Aristos, Athanasia, Athina...Yazarda bu isim benzerliklerinin ve karakter çokluğunun sorun olabileceğini düşünmüş olmalı ki kitabın başına Romandaki Başlıca Kişiler adlı bir bölüm koymuş. Romanı okurken yer yer dönüp bakmak gerekiyor, kimdi bu adı geçen diye. Yunanistan yakın tarihini çok fazla bilmem. Albaylar cuntası olarak bilinen bir dönem yaşadığını, ikinci düny

Göksu Park

Havalar bir kapalı bir açık bugünlerde. Henüz ortalık tam ısınmamış ve aydınlanmamış da olsa gökyüzü, kışın kasvetli karanlıklarından iyidir gene de. Geçtiğimiz günlerde Eryaman'daki Göksu Park'a gittik. Mangal alanları, göl kenarında küçük kafeler, gölde ördekler. Soldaki fotograf, kafelerin birinde içtiğimiz demlik çayın görüntüsü. Demlik olarak satılması iyi bir uygulama. Özellikle çayı sevenlere. Fiyatlar, merkezi yerlerdeki kafelerle kıyaslandığında hesaplı. Güzel bir park olmuş. Ağaçların büyümesi ile daha da güzelleşecek. Göl manzaralı evlerin inşaatı hızla sürüyor. Umarım inşaatlar bitip oturanların sayısı artmadan metro biter. Yoksa İstanbul yolu ne kadar genişlerse genişlesin yükü kaldıramayacak...

Mobil televizyon: içerik

Farklılaşan ve çoğalan yayın gönderme ortamları, içeriğin kıymetlenmesine yol açıyor.İnternet bağlantı hızlarının artması ile duymaya başlayacağımız IPTV, yakın zamanda bir yenisi eklenen uydu platform işletmeleri, sayısal karasal yayın ile birlikte çoğalacağı düşünülen yerel kanallar, internet üzerinden yayın yapan kanallar hepsi içeriğin peşindeler. Eski filmler, diziler artık arşivlerde saklanmayacak. Bu ortamlarda birisi diğerlerinden çeşitli yönleriyle farklılık gösteriyor. Geçtiğimiz günlerdeki yazımda mobil televizyonun teknik boyutunu ele almaya çalışmıştım. Uygulanan teknik ne olursa olsun herhangi bir yayını izlenilir kılan hiç kuşkusuz içeriktir. Mobil televizyon uygulamaları bir çok özelliği ile diğer yayın gönderme ortamlarından farklılık gösterir. Bu farkların en önemli iki tanesi yayınları almak için kullanılan cihazların ekranlarının küçük olması ve yayını izleyenlerin uzun süreli olarak bu yayını izlemeye uygun olmamaları. Hatırlarsak mobil televizyondan bahsediyoruz.