Ana içeriğe atla

Kayıtlar

"Düşler Ülkesi" Film

Peter Pan'ı bilmeyen yoktur sanırım. Benim gibi okumayanlardan olsanız bile duymuşluğunuz vardır. Bu hikayenin oluşum sürecini merak ediyorsanız ya da 1900'lü yılların başında İngiltere'nin olağanüstü doğasını görmek istiyorsanız ya da insanın içinde güzel duygular uyandıran bir film izlemek istiyorsanız Düşler Ülkesi (Finding Neverland) filmini izlemelisiniz. 7 dalda oskar ödülüne adaydı. Ancak, eğer yanılmıyorsam, hiç bir dalda oskar alamadı. Gene de Johny Depp ve Kate Winslet'in oyunculukları başarılı. Filmin küçük oyuncuları da oldukça iyi. Dustin Hoffman'ın rolü küçük. Yer yer gözleriniz dolarsa sıkmayın kendinizi. Düşler ülkesine olan inancınızdır belki de gözlerini yaşartan. Belki de onlar olmasa hayatın gerçekleri daha zor dayanılır olur.

Özgür Yazılım

Özgür yazılım ile ilgili bir etkinliği duyurmak istiyorum sizlere. Mart 4-5, 2005 tarihlerinde Özgür Yazılım ve Açık Kaynak Günleri / 2005 isimli bu etkinlik Bilgi Üniversitesi'nde adres: Kurtuluş Deresi Cad. No:47 Dolapdere- İstanbul Harita için tıklayın . Etkinliğin programı için tıklayınız. Özellikle ülkemiz gibi kaynağı kıt ülkelerde, bir çok temel ihtiyaç için bile para bulunamazken, bilgisayar programlarına akıl almaz lisans ücretleri ödemek yerine açık kaynak kodlu uygulamaları desteklemek gerekli.

Frankfurt İzlenimleri - 2

Bu kez Türkiye'den yazıyorum. 1 haftalık Frankfurt gezimiz bitti. Yeniden ülkemize döndük. Şubat ayına göre iyi sayılabilecek havayı görünce sevindik, trafiği, çözümsüz diğer sorunları görünce üzüldük. Sevimsiz bir kent olarak değerlendirmiştim ilk yazımda Frankfurt'ta. Turist olarak bakınca halen aynı fikri savunsam bile yaşamak için düşünüldüğünde oldukça iyi olanaklar sunan bir kent. Çok iyi düzenlenmiş toplu taşıma sistemi var. U ve S Bahnlar ve tramvaylardan oluşan raylı taşımacılığa otobüsler de eklenmiş. Sistem gerçekten iyi işliyor. 1 haftalık kart alınca (18,90 ?) istediğiniz kadar gezebiliyorsunuz. Tabi belirli bir bölge içinde (ki bu verdiğim fiyat Frankfurt kent merkezi için geçerli. Havaalanı dahil değil) Yemekler bizim alışageldiğimiz yemeklere göre çok az çeşitli. Patates bol ve ucuz olduğu için her yemeğin yanında patatesi çeşitli şekillere sokup yiyorlar. Bunun yanı sıra sosis, bira, elma şarabı ve brezel isimli tuzlu simit favori yemekler. Yemek yemek için gök

Frankfurt Izlenimleri - 1

Buz gibi bir Frankfurt gununden selamlar. Ne yazik ki yazmakta oldugum klavyede Turkce karakterler yok. Bu nedenle okumakta zorlananlardan ozur dilerim. Pazar gununden bu yana Almanya`nin simdiye kadar girdügüm ve gezdigim en sevimsiz kentindeyim. Epey dusundum bu kenti sevimsiz yapan ne diye. Sanirim Mainhattan diye anilan Manhattan a benzedigi ileri surulen dev binalari. Soguk havayi da dikkate almak gerekir gerci. Camur renginde akan Main nehrinin katkisini da yadsimak olmaz. Son olarak kentin kozmopolitligini de unutmayalim. Avrupa`nin ve Almanya`nin merkezinden yer almasi nedeniyle uluslararasi bir cok sirket ve banka Avrupa merkezi olarak Frankfurt u secmis. Avrupa Merkez Bankasi da bu sehirde. Amerka aktarmalarinin da cokca yapildigi Avrupa`nin en buyuk havaalanlarindan birine sahip. Tren istasyonu da bir kavsak noktasi. 1944 yilindaki bombalamalardan nasibini almis ve bir cok tarihi yapi yilalr sonra aslina uygun olarak yeniden insaa edilmis. Goethe, Almanya`nin onemli sair ve

"Kanada Salamı" film

Dün (8 Şubat 2005) CNBC'e kanalında Michael Moore imzalı Kanadan Salamı vardı. Ülkesini cesurca eleştiren Moore, ilerleyen yıllardaki filmlerine bakınca özellikle, Kanada ile ilgili bir takıntıya sahip. Kanada Salamı 1994-95 gibi vizyona girmiş. Filmde ABD başkanının halkını uyutabilmek için uyduruk bir gerekçe ile, hatta bu gerekçeyi de kendisi yaratarak, Kanada'ya savaş açması konu ediliyor. Vietnam ve Kore savaşlarının da benzer şekillerde tezgahlandığı iddiasına da yer verilmiş filmde. 2001 yılından, ikiz kulelere saldırıdan, çok önce çekilmiş olan Kanada Salamı'nda Moore, sanki bu günleri anlatmış. Ya da bu gün ile o gün arasında bir şey değişmemiş. Klasik iktisatın en temel varsayımı, hatta tartışmasız kabul ettiği gerçek, "ihtiyaçlar sınırsız, kaynaklar kıttır". Bu varsayımda kaynakların kıt olduğu bir gerçektir. Tartışmalı olan ise ihtiyaçların sınırsızlığıdır. Eğer bu varsayımı doğru kabul edersek bu durumda, kıt olan kaynakların sınırsız olan ihtiyaçlar

"Şans kapıyı kırınca" Film

"Ananı avradını" desen sokakta birine öldürülebilirler. Oysa bu küfürü sinemada duyunca kahkalarla gülüyorlar. İlginç bir durum. Küfür kullanmadan güldürmek kolay bir iş değil. Ferhan Şensoy gibi bir ustanın böyle bir filmde yer almış olmasını filmin Küba'da çekiliyor olması ile açıklanabilir sanırım. NTV televizyonunda yönetmen ile yapılan söyleşide "küfür yok, küfürsüz güldürdük" diyordu. Tam anlamıyla gerçek dışı şeyler söylemiş yönetmen. Başından sonuna kadar küfürler, el hareketleri ve imalarla yapılan espirilerle dolu "kötü" bir film. Oyunculuklar iyi. İyi ama yetmemiş. İzlerken hep düşündüm. Yönetmen bu filmi neden Küba'da çekmiş. Fonda Küba görüntüsü de çok fazla değil. Mekan olarak genellikle "Başkanlık sarayı" kullanılmış. Bu durumda tüm ekibi Küba'ya taşımanın tek gerekçesi böyle kötü bir senaryoda oynamayı kabul ettirebilmek için "Küba'da bedava tatil üstüne para" önerisi geliyor akla...

"Güven-2", Vedat Türkali

Tarih derslerinde, belki de Türkiye aktif olarak savaşa girmediği için, üzerinde hemen hemen hiç durulmayan bir dönemdir ikinci dünya savaşı. Birinci savaşta kozlarını paylaşamamış dünya devletleri 1940'lı yıllarda yeniden savaşa tutuşmuşlar, gene bir çok insan ölmüş ve sonuçta kaybeden gene insanllık olmuş. Savaşın kazananı olmaz gerçi ama Türkiye'de yeni zenginler oluşmuş savaş döneminde. Türkali, okuduğum diğer romanlarında olduğu gibi, roman kahramanlarının yanında gerçek kişilere de yer veriyor Güven'de de. Kimilerini gerçek isimleri ile "Hasan Basri, Nazım gibi" kimilerini ise kolay tahmin edilecek takma isimlerle "Başkanın oğlu Öner Bey, Ankaralı bakkal Fehmi Bey" gibi. Pek çoğumuzun bilmediği ülkemizin yakın tarihine açılan bir perde Güven. Dünyaya sol pencereden bakanların mutlaka okuması, üzerinde düşünmesi ve dersler çıkartması gereken bir roman. Özellikle Stalin dönemine ilişkin değerlendirmenin yapılması şart. Bu arada Türkiye'yi ku

Güven-1, Vedat Türkali

Vedat Türkali'nin Kayıp Romanlar kitabını okuyunca, yayınlandığında bir türlü okumaya fırsat bulamadığım, Güven'i okumaya karar vermiştim. Uzun uğraşlar sonunda ilk cildini bitirmeyi başardım. Sorun kitabın uzunluğu. İlk cilt 3 kitaptan oluşuyor ve 750 sayfanın üzerinde. Böyle olunca yanında taşımak için bile ağır hale gelmiş kitap. TKP'nin kuruluş yıllarından başlayarak 1944'e kadar geliyor ilk cilt. Türkali'nin, okuduğum, her kitabında olduğu gibi ön planda aşk öyküsü, arka planda ise Türkiye gerçeği. Uzun araştırmalar sonrası yazmış kitabı Türkali. İlk ciltte en dikkat çekici olan İstanbul'da 40'lı yıllarda varolan tramvay hatları. Neredeyse her yere tramvay ile gidiyor romanın kahramanları. Bir de romanın erkek kahramanlarının tutarsızlıkları. "Devrimci" olduklarını söyleyen gençler, kız arkadaşlarını aldatmaktan geri durmuyorlar. Gerçi sonradan pişmanlıklar duyuyorlar. İkinci cildi okumaya başladım. Türkiye nerelerden geçmiş. Neler yaşanm

"Benim Meskenim Dağlardır" (Tiyatro)

Ankara'yı Ankara yapan yerlerin başında gelir Ankara Sanat Tiyatrosu (AST). Yıllar geçse de değişmeyen çizgisi, oyun seçimleri ve oyunculuk performansı büyülemiştir beni her seferinde. Son dönemlerde Rutkay Aziz'in yönetiminde başarılı oyunlarını sürdürüyor. Cumartesi günü, Sabahattin Ali'nin hayatını, ölümünü anlatan, yazarın eserlerinden yola çıkarak oyunlaştırılmış "Benim Meskenim Dağlardır" adlı eseri izledim. Oyuncular rollerinin hakkını veriyordu. Birinin ismini vermek diğerlerine haksızlık olur. Bu nedenle hepsi çok başarılıydı demek gerek. Ancak bir kaç yıldır Rutkay Aziz'in oyunculuğunda dikkat çekici bir düşme olduğunu gözlemliyorum. Özellikle konuşmasında, kelimeleri yutması, hızlı konuşması. Bir değişik durum var ancak tam anlayamadım... Oyunun sonundaki Sezen Aksu'nun ve sonra Ferhat Tunç'un sesinden dinlediğimiz "Benim Meskenim Dağlardır" şarkısı çok etkileyiciydi...

Ankara'da Caz Keyfi: Anatolydian

Ankara, memur ve öğrenci kenti olarak bilinir. Farklı tür müzik dinlemek isteyenlerin gidebilecekleri mekan sayısı kısıtlıdır. Özellikle caz, blues gibi dinleyicisi az olan müzik türlerinde durum daha vahimdir. Caz, canlı dinlenir. Tenedos hakkında daha önce yazmıştım. Bu sefer Tenedos'ta çalan Anatolydian gurubu hakkında yazacağım. İki nefesli, iki gitar bir klavye ve davuldan oluşan 6 kişilik bir grup. Ankara'lı cazseverlerin tanıdığı bir çok isim İstanbul'a gitmiş. Yahya Dai, Kamil Erdem (yani AsiaMinor'ın ekibi) artık İstanbul'daymış. Tarzları farklı olsa da, AsiaMinor'deki gibi Türk Sanat Müziği çalgıları yok bu grupta, müziklerinin kalitesi birbirine yakın. Belki ses düzeninden belki "iyi çalan basçı" kıtlığından bilinmez, bas geri planda kalmış. Ancak, özellikle klavye ve saksafon ardından davul ve diğer gitarı çalan müzisyenler işini oldukça iyi yapıyorlar. Tenedos'un alt katında her Cuma 20:30-23.15 arası caz dinlemek ve özel sıcak içecekl

Kedi Mektupları, Oya Baydar

Oya Baydar'ın ödüllü romanı Kedi Mektupları. Yıllarını kedilerle birlikte geçirmişler, siyasi sürgün günlerinde, yurda dönüşünde yanlarında hep kediler varmış. Baydar'ın eşi Aydın Engin'in Cumhuriyet Gazetesi'ndeki "sayfa ortası"nın adı da Tırmık'tı. İki Almanya'nın birleşmesi, S.S.C.B'nin dağılması, kapitalistlerin "ideolojilerin sonu geldi" çığlıkları arasında savrulan sosyalist düşünceye bağlı insanların savrulmuş hayatlarından kesitler veriliyor romanda. Öyküyü, çoğu siyasi sığınmacı olan kişilerin kedilerinin ağzından dinliyoruz. Çok sevimli bir dil kullanılmış. Kimi ifadeleri kedicikler anlamıyor: "Duvar yıkıldı ve hepimiz altında kaldık" sözünü duyunca, "hangi duvar yıkılmış, üstleri başları da temiz görünüyor, nasıl altında kalmışlar" diye düşünüyorlar. Zaman zaman gözlerim dolarak, zaman zaman gülerek bir solukta okudum romanı. Biz de kedisever bir aileyiz. Belki bunun da etkisi vardır romanı bu kadar sevme

Trafik Kurallarına Uyum ve AB

Bu günlerin "sıcak konusu" Avrupa Birliği (AB). İşin politik tartışmasına girmeyeceğim. Doğrudan yabancı yatırımların beklenmedik ölçüde artacağı, serbest dolaşım ile iş gücümüzün Avrupa kapılarına dayanacağı, AB'nin Hristiyan Klubü olduğu gibi konularda uzun uzun yazılabilir ancak bunlara gelene kadar, kendini en "Avrupalı" sayanlara bir sorum olacak. Şehir içerisinde kaç kilometre bölü saat hızla gidiyorsunuz araba kullanırken? Hemen yanıt vermeyin. "Şehir içi" tanımına Ankara'daki Eskişehir yolu, hani şu 3 gidiş 3 geliş olan, Konya yolu, hani 5 gidiş 5 geliş olup üzerinde neredeyse hiç trafik ışığı kalmamış olan, yollar da dahil. Bu yollarda da bir çok yerde "azami" hız sınırının 50 km/saat olduğu yazar. Ben, bu "azami" yani en fazla, hız sınırına olabildiğince uymaya çalışıyorum. "Olabildiğince" diye yazdım çünkü 50 km/saat hız ile araba sürmek hiç de kolay değil. Bu hız, izin verilen en yüksek hız olmasına karşın

Kayıp Kucak (Film)

İnsanı yoran bir temposu var filmin. Diyalogların çokluğu, müziğin azlığı, kamera kullanımı ve kurgu tekniği sebepleri galiba bu yoruculuğun. Filmin konusu ilginç. Arjantin'de yaşayan Polonya göçmeni Yahudi ailenin küçük oğlunun babasını, hayatı ve hayattaki amacını arama öyküsü. Sürpriz sayılabilecek bir son ile bitiyor film. Film bitti diye erken ayrılmayın salondan. Babaannenin şarkısını kaçırırsınız sonra :) Filmdeki "pasajı" kendi iş yeriniz olarak düşündüğünüzde ne kadar tek düze bir hayat yaşadığınızı hissedebilirsiniz. Filmin kahramanının kız arkadaşından ayrılması üzerine söyledikleri de oldukça düşündürücü. "Seninle 10 yıldır birlikteyiz, birlikteliğimiz sürerse ileriki yılların ilk 10 yıldan farkı olmayacak ve böyle yaşayıp öleceğiz. Bu nedenle ayrıldık. Şimdi ise gene öleceğim ve yanımda sen olmayacaksın.." Gerçekten de insanın en büyük mucizesidir; öleceğini bildiği halde inatla yaşama bağlanmak ve yaşamak. İlişkilerde ise sürenin uzunluğu ya da tek