Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Eylül, 2008 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Göksu Restaurant'tan açıklama var...

Malum 2006 yılında yazdığım bir ileti üzerine epey yorum ve katkı geldi. Konumuz Sakarya caddesindeki güzel mekan Göksu Restaurant'tı. Seneler geçtikçe aynı mekanın Nenhatun caddesi üzerindeki yeni yerinin ne zaman açılacağına ilişkin tahminler sayfama eklendi. Her yazan, yeni yerin açılış tarihini tahmin ediyordu. Sonunda Göksu Restaurant İşletme Müdürü tahminlere son noktayı koymuş . 2006 tarihli yazının son yorumunu dikkatlerden kaçmasın diye aşağıya da kopyaladım. Bu vesile ile değerli okuyucularımın Ramazan bayramını da kutlamış olayım. Huzur, sağlık ve esenlik dileklerimle... öncelikle lokantamız için yapmış olduğunuz yorumlara çok teşekkür ederim.yeni yerimizi açmakta gerçekten biraz geciktik ama bu gecikmenin sebebi sizlere en mükemmeli sunma arzumuzdan kaynaklandı ama inanın muhteşem bir mekan oldu ve tabiki buna ilave olarak menü ve personel eğitimi tamamlandı yani artık ocakta açabiliriz diyoruz.sizlere ve ankaralılara hoş kaliteli hesaplı bu mekenı biran önce açmak dil

Ankara'da mall mall dolaşmak

İlk mallımız Ankamall adıyla açılmıştı. O tarihlerde TDK Başkanı'nın bir açıklamasını çok beğenmiş ve blog sayfamda da paylaşmıştım . Şimdi ikinci mallımız da açıldı. Bu kez bir semtin adını kullanarak: Malltepe. Yılların Maltepe'si şimdi MALLtepe haline geldi. Eh bize de Ankara'da mal mal, pardon mall mall dolaşmak düşüyor :)

Şili'de Gizlice MIGUEL LITTIN'in SERÜVENİ, Gabriel Garcia Marquez

Yüzyıllık Yalnızlık, Kolera Günlerinde Aşk, Benim Hüzünlü Orospularım, Kırmızı Pazartesi gibi birbirinden tanınmış eserlerin yazarı Marquez'in Şili'li yönetmen Miguel Littin'in 1985 yılında yaptığı iki aylık kaçak Şili belgeseli çekimi macerasını kaleme aldığı anlatı roman Şili'de Gizlice . Türkçe'ye çevirisini İlknur Özdemir yapmış. Allende döneminde halkın aydınlanmasına destek olması için filmler yapan, Halk Birliği'nin destekçilerinden Littin, 11 Eylül 1973'de (ne ilginç tesadüf değil mi? 11 Eylül 1973-12 Eylül 1980) Amerika destekli darbe ile Pinochet'in iktidara yerleşmesinin ardından canını zor kurtarmış ve önce Meksika'da sonra Mardid'de yaşamını sürdürmüş. 1985 yılında Şili'nin diktatörlük altında geçirdiği 12 yılda yaşadığı dönüşümü dünyaya anlatmak için gizlice ülkeye gelip, birbirinden bağımsız ve habersiz 5 film ekibiyle 2 ay sürecek çekimler yapmış. Kitap, bu süreci anlatıyor. Marquez, Littin ile 1986 yılında saat süren söyle

günlerin bugün getirdiği

Ne zaman bu üç kelimeyi yanyana görsem, duysam, aklıma hemen meşhur marş gelir: baskı zulüm ve kandır. Günlerin bugün dünya piyasalarına getirdiği de marştan farklı değil. Biraderler, sigorta devleri batarken/kurtarılırken arada olan gene emeğiyle geçinme derdine düşenlere oluyor ve olacak. Büyük bilgisayar şirketlerinden birisinin genel müdürü açıklamış 24600 kişiyi işten çıkartacağım diye. Aileleri ile birlikte düşününce büyük bir ilçeyi oluşturacak sayıda insan geçim derdine düşecek demektir bu. Marş devam eder: ancak bu böyle gitmez, sömürü devam etmez... Eder mi etmez mi yaşayıp göreceğiz.

LCD mi plasma mı derken bir de OLED çıktı

Televizyon (daha geniş düşünür ve söylersek ekran-monitör İngilizcesiyle display) sektöründe bir süredir LCD mi plazma mı tartışması sürüyor. Benim yakınlarım arasında da plazma mı alsam lcd mi sorusunu soranlar var. Şimdilerde OLED adlı yeni bir teknolojiden bahsedilmeye başladı. İlk olarak Teknosohbet adlı internette yayınlanan teknoloji sohbet programında dinledim OLED'i. IFA'da (tüketici elektroniği fuarı - Berlin / Almanya) OLED ekranlarını sergilemeye başladıklarından bahsediliyordu programda . Bu bilgilerin ardında kısa bir internet araştırması yaptım. Çoğunlukla İngilizce sayfalarda olan bilgilerin bir bölümünü siz değerli okuyucularımla paylaşayım istedim. OLED, Organic Light Emitting Diode (organik ışık saçan diyot) adlı bir teknoloji, aslında yeni bir teknoloji değil. Konuyla ilgili ilk çalışmalar 1950'li yıllarda başlamış. 1980'lerde Eastman Kodak'da Dr. Ching Tang ve Steven Van Slyke OLED olarak adlandırılan ilk keşfi yapmış. OLED'in çalışma p

Hacettepe, Sarı Kadın sokak

Kalenin alt taraflarından başlayıp şimdi Hacettepe Hastanesi'nin yapıldığı Hacettepe mahallesi, Ankara'nın en eski yerleşim yerlerindendir sanırım. Yıllar boyu kaderine terk edilmiş bir bölge. İstiklal Marşı'nın yazarı olan Mehmet Akif Ersoy'un yaşadığı Taceddin Sultan Camii aynı bölgede yer alıyor. Bugünlerde hummalı bir çalışma var. Evler elden geçiriliyor, boyanıyor, onarılıyor. Dış görüntüleri değişiyor. Değişim evlerin içine de yansıyor mu bilmiyorum. Ersoy'un yaşadığı cami de onarılanlar arasında. Caminin önündeki bölgeye güzel bir park yapılmış.  Sarı Kadın sokağı, bölgedeki sokaklardan bir tanesi. Sarı Kadın sokağı gibi onlarcası var. Büyük Doğumevi'nin (Zekai Tahir Budak Hastanesi) olduğu tarafta yapılıyor bahsettiğim düzenlemeler. Oysa caddenin karşı tarafında (yani Cebeci Ortaokulu'nun olduğu taraf/Kale tarafı) benzer özelliklere sahip evlerin olduğu başka sokaklar da var. Avrupa'nın her kentinde korunmuş, kimilerinde savaş sonrası aslı

Yüreğimdeki Ülkem, Isabel Allende

Şili, Güney Amerika'nın batısında ince uzun bir ülke. Kuzeyden güneye 4300 km civarında uzunluğa sahip. Bir tarafında okyanus, diğer tarafında sıradağlar kuzeyinde çöl, güneyinde Antartika ile ada gibi bir ülke. Dünyada seçimle iktidara gelmiş ilk marksist lider olarak da bilinen Salvador Allende'nin ülkesi. Allende soyadını taşıyan yazardan (yazarın babası ile Salvador Allende kuzenmiş) okuduğum ilk kitap. Kitabı okurken farkettim ki yıllar önce sinema filmi olarak izlediğim Ruhlar Evi, Isabel Allende'nin ilk romanıymış.  Yüreğimdeki Ülkem, otobiyografi olarak değerlendirilebilecek özellikler taşıyan bir anı kitabı. Tarih sırasına göre dizilmemiş bölümlerden oluşuyor. Yazar, okuyucu ile dertleşiyor. Romanlarına ilham kaynağı olmuş yaşanmışlıklarını tüm samimiyetiyle anlatıyor. Bunu yaparken Şili halkına ait ilginç bilgiler veriyor. Yurt hasreti ve çocukluğunun geçtiği büyükbabasının büyük evinde dinlediği öyküler ilk romanlarına kaynaklık etmiş. Amerika'da yaşamaya baş

Uzun süren anketin sonuçları

Yaklaşık 3 ay sürdü yan taraftaki anket. Hali hazırda okumakta olduğunuz bloga nasıl ulaştığınızı soruyordum. Anketin başlarında blog sahibini tanırım, arada uğruyorum seçeneği önde gidiyordu. o zamanlarda da yazmıştım. Bu durum geçicidir. Googleda başka bir şey ararken ulaştım diyenlerin sayısı geçecektir tüm diğer seçenekleri diye. Yanılmamışım. 62 yanıtın 40 adeti googleda başka bir şeyi ararken sayfama ulaştığını belirtmiş.  Belki sayfaya yazdığım yazıların belirli bir konusu olmadığından, belki ilgi çekici yazamadığımdan, belki kendine has bir dil geliştiremediğimden düzenli okuyucuya sahip değilim. Sadece gezi, sadece teknik, sadece yemek üzerine sayfalar gibi değil burası. Aklıma gelenleri yazıyorum. Bir yerde internet günlüğü gibi. Elbette otosansür uygulanmış bir günlük :) Düzenli okuyucu olan blogları kıskansam bile halimdem şikayetçi değilim. Her ne kadar yazdıklarım uzun metinler, kurgulanmış öyküler olmasa bile yazmak keyif veriyor. Keyif almaya devam ettikçede blogu yaş

Radyo İLEF FM 91.00

Radyo çalan bir cep telefonuna sahip olduktan sonra daha fazla dinlemeye başladım radyoyu. Bir dönem değişmez radyom haline gelen Power XL (98.8 Mhz) artık bu frekanstan yayın yapmıyor. Bu frekansta Fenomen adlı bir radyo çıkıyor. Sanırım Power XL Ankara vericisi susturdu hatta. Hani büyük gazetelerin herşeyi yönettiğine emin olan yazarları vardır ya. Köşelerinden çağrıda bulunurlar bilmem kim açıklamanı bekliyorum diye . Ben de Power XL'in açıklaması gelirse seve seve yayınlarım deyip asıl konuma döneyim :) Ankara Üniversitesi tam benim istediğim tarz müziklerle FM 91.00 Mhz'den yayın yapıyor. Bir ara dinlenmesi zordu. Ancak son dönemde daha net dinlenebiliyor. Tabii şanssızlıkları 91.20'de TRT, 90.80'de SüperFM'in yayınlarının olması. Tüm bu frekanslar elbette Ankara için geçerli. Sakin sakin, huzur dolu şarkılarla günün akışına eşlik ediyorlar. Artık Türkçe şarkılar da çalıyorlar. Belki baştan beri Türkçe şarkı çalınıyordu ama bana hiç denk gelmemişti :) Emekleri

Rus Devriminin Çöküş Nedenleri, Emma Goldman

Kitabı görünce, bu kadar az sayfada bir devrimin çöküş nedeni nasıl açıklanır ki demiştim. Arka kapağındaki bilgileri okuyup, bir de kitabın 1922'de yazıldığını öğrenince epey meraklandım. Devrimin 5. yılında sistemin çökeceği kehanetinde bulunup, bir de bu çöküşün nedenlerini yazmak herkesin harcı olmasa gerek. Emma Goldman 'ı bilenler bilir. Anarşizmin önde gelen kadın teorisyenlerinden sayılır. Goldman, 1919-1921 arasında dönemin S.S.C.B.'sini gezmiş ve ciddi hayal kırıklığına uğramış. Uğradığı hayal kırıklıklarını acilen yazıya dökmüş ve Almanca olarak Berlin'de yayınlamış 1922 senesinde. Kendini solda tanımlayan, özellikle S.S.C.B deneyimini merak eden herkesin okuması gereken bir eser. Daha 1922'de bürokrasi sınıfının oluştuğunu, bürokrasi dışında kalanların yaşadıkları ile bu ayrıcalıklı sınıfın yaşadıklarının farkını gözlemleyen Goldman, çarpıcı örneklerle durumu özetliyor: Teori ile uygulama arasında fark büyük. Farkın büyüklüğü soldan, sol düşünceden vazge

Spam iletilerin ulaştığı boyut

Spam olarak adlandırılan, reklam amaçlı-elektronik posta adresi toplama amaçlı-zararlı içerikleri bilgisayarınıza göndermek amaçlı iletilere her gün bir yenisi ekleniyor. Kimilerinin altına, yazılanların doğruluğunu göstermek/kanıtlamak amacıyla gerçek kişilerin adları, telefonları da ekleniyor. İnternet kullanımı için en azından okur-yazar olmanın zorunlu olduğunu düşününce, Microsoft bedava para dağıtıyormuş , Nokia bedavaya telefon verip denetecekmiş , bilmem kim havadan ne kazandırıyormuş gibi ipe sapa gelmez iddiaları içeren iletilere inanıp sağa sola gönderenlerin aklına şaşıyorum. Bu durumun en önemli nedeninin, gittikçe yaygınlaşan, çalışmadan/emek harcamadan bir şeylere sahip olunabileceğine yönelik inanç olduğunu düşünüyorum. Aslında bu durumun günde 5 dakika spor yaparak formda kalabileceğine , istediğini sınırsızca yiyerek alacağı hap ile zayıflayabileceğine inanlarla hiç farkı yok. Kıymetli varlığımız aklımızı kullanalım, kullanmayanları uyaralım...

Ankara - trafik - tramvay

Turan Güneş Bulvarı, Yıldız'dan başlayıp Konya yoluna kadar uzanan uzun bir bulvar. Bu bulvarın asfaltıyla ilgili yaz sonu gibi başlatılan çalışmalar bu sabah tüm trafiğin tıkanmasıyla neticelenmeye yüz tuttu. İnsanları değil araçları taşımaya yönelik tasarlanan yolları, bir türlü bitirilemeyen raylı sistemleri, gittikçe yok edilen kaldırımları ile başkentimiz iyice yaşanır (!) hale geliyor . Bu güne kadar gittiğim tüm Avrupa kentlerinde gördüğüm tramvay, neden Ankara ulaşımında düşünülmez? Bu soruyu hep soruyorum kendime. Bu güne kadar doyurucu bir yanıt bulamadım. Bilenler varsa paylaşsalar, öğrenmiş olurum...

Datça'da Zaman, Nihat Akkaraca

Datça'nın kendine has bir havası var. Gidip de büyülenmeyen yoktur sanırım. Yolunun bozukluğundan ve büyük bölümünün sit alanı olmasından kaynaklı bozulmamışlığı sadece doğasına ait bir özellik değil. İnsanı da bozulmamış. Anadolu insanının sıcaklığı ve içtenliği Datça'da halen hissediliyor. Datça'da Zaman adlı kitap Nihat Akkaraca tarafından yazılmış-derlenmiş. Öyküler, yöre insanının anılarından oluşuyor. 20 öykü içerisinde güldüren de var ağlatan da. Emine Teyze ve Bilgisayar gibi günümüzde geçen öyküler olsa bile çoğunlukla eskileri anlatıyor. Datça'nın eski yaşantısına ait bir çok bilgi içeriyor. İlçe merkezinin şimdiki yerinden önce Reşadiye'de olduğunu, İstanbul'dan İskenderun'a giden bir vapur olduğunu kitaptan öğrenmiş oldum. Ayrıca Umuda Yürüyenler adlı öyküde Köy Enstitüleri'nin ne doğru bir model olduğunu bir kez daha anladım. Nihat Akkaraca , Eski Datça mahallesinde 1931 yılında doğmuş. İlkokulu Datça'da okumuş, ilçede ortaokul olmad

500. yazı

Kasım 2004'ten bu yana 500'ün üzerinde yazı yazdım bloguma. Çeşitli sebeplerle silinenler olunca 500. yazı bu oldu. İleride eski yazılardan sildiklerim olursa sıra tekrar değişecek. Gene de 500. yazıya aşağıdaki fotograf iyi gider diye düşündüm. 2008 ağustos ayında Turunç- Marmaris sahili. Dolunay:

Ankara fotograflarına devam

Epey oluyor Ankara'yı fotograflayacağım projesini ortaya atalı. Havaların sıcaklığı, tatiller, iş-güç derken pek hızlı ilerlemiyor projem. Aslında hızlı ilerlemesi pek de gerekmiyor. Keyif için yapılan şeyler zamanla yarışarak yapılmaz ki :) Sonbaharın gelmesiyle mazeretlerim birer birer geçerliliğini yitiriyor. Havalar serinledi, iş başı yaptık yeniden. Haftasonu niyetim var sokakları arşınlamaya. Başarılı olursam önümüzdeki hafta yeni fotograflarla karşınızda olmayı umuyorum. Neyse, geçenlerde çektiğim iki fotografı bilgilerinize sunayım. Her iki fotograf aynı parkcığa ait. Burası Hacettepe Hastanesi'nin hemen altından geçen tren yolu ile Celal Bayar bulvarı arasında kalan küçük bir park. Ankara'yı bilenler hatırlayacaktır yerini. Kurtuluştan Sıhhıyeye doğru geçen üst geçitin altındaki otoparka bakar parktaki banklara oturanlar. Her iki fotograf 22 Temmuz 2008 öğleden sonra 15 gibi çekilmiş. Ağaçların gölgesi küçük havuzun üzerine düşerken sıcaktan kavrulan Ankaralıya bir

Teras Restaurant, Denizli

Ankara'dan Datça'ya giderken yolumuz Denizli'den geçiyor. Türkiye'nin tekstil ve mermer cenneti bu güzel kentimizin Muğla tarafındaki çıkışında Şahintepesi olarak isimlendirilen bir bölge var. Yol kenarında kahvaltı edebileceğiniz, ızgara mangal yapabileceğiniz bir çok tesis karşılıyor. Teras Restaurant bunlardan birisi. Denizli'den Muğla'ya doğru yokuşu tırmanrken sağdaki ilk tesis yanılmıyorsam. Zaten adres ve telefon bilgileri aşağıda var. Teras'da Datça dönüşü konakladık. Sabahın ilk ışıklarıyla yola düşünce kahvaltı vakti Denizli'ye gelmiştik. Çok lezzetli gözlemeler ve demli çayın yanı sıra, belki de bu yazıyı klavyeye almam sebep olan sabahın sürprizinden yedik: kızarmış dondurma. (menüdeki adıyla sıcak donrdurma) Bilmeyenler için kısaca bahsedeyim. Dondurmayı mısır gevrekli, unlu, şekerli bir hamura bulayıp çok kızgın ateşte kısacık tutuyorlar. Hamur pişerken içindeki dondurma erimemiş oluyor. Hamuru kestiğinizde dondurmaya ulaşıyorsunuz. Yanına

Aspartam sağlığa zararlı mı?

Diet, light olarak adlandırılan bir çok ürünün içerisinde bulunan aspartam sağlığa zararlı mı? Dün başka bir şeyleri araken karşıma çok ilginç bilgiler çıktı. İster istemez aklıma sigara ile ilgili yaşanan ve yıllar süren mücadeleler geldi. Üreticilerin büyük ekonomik güçleri karşısında bir avuç onurlu insanın yılmaz mücadelesi sonucu sigaranın sağlığa zararlı olduğu kabul edilmişti. Umarım aynı durum aspartam için de geçerli değildir. Aşağıda bağlantısını verdiğim belgesel söz konusu madde ve onu içeren içecek-yiyecekler ile ilgili. Ne yazık ki İngilizce. Umarım birileri Türkçe çevirisini yapar bir gün :

hoşgeldin eylül

Yılın en sevdiğim ayları başlıyor. Yaz boyunca sıcaktan ve yalnızlıktan kavrulan başkent, sonbaharın gelmesiyle hareketleniyor. Okullarda, üniversitelerde telaş çoktan başladı. Devlet Tiyatroları, Opera, sergi salonları yeni sezon hazırlıklarını tamamladı. Kafelerde oturmak, kentin sokaklarını arşınlamak daha keyifli olacak bundan sonra. Yaz, Datça gibi yerlerde yaşayanlar için keyifli olabilir ya da emekli olmuşlar için. Ancak büyük kentlerde çalışanlar için aynı şeyi söyleyebilir miyiz? 10-15 günlük izin dönemi ve geç kararan hava ve ince-hafif kıyafetler dışında çok da artısı var mı?